Ah Be Süslü! Sen Neler de Çektin Bu Hayattan.

Süslü ve yavruları
Süslü ve yavruları

Ah Be Süslü! Sen Neler de Çektin Bu Hayattan…

Kendiliğinden biten ama yemiş vermeyen birkaç incir ağacı.

Yan tarafta iki balıkçı sandal. İple bağlanmış incire. Karşıda irili ufaklı balıkçı barınakları. Balığa gidip gelen birkaç kayık, eskimiş motor sesleriyle denizi yararak geliyor. Sol yanda denize nazır balıkhane. Yeni yapıldı. Umutları ve hayalleri vardı dükkân sahiplerinin. Hayaller yıkıldı. Çünkü şehrin her köşe başına balıkçı ruhsatı verilen dükkânlar ile dolunca, yirmi dört dükkândan üç tanesi açık kaldı, diğerleri harabe oldu. Klasik siyaset planlaması işte. Atıl yatırımlardan sadece birisi.

Köşe basındaki dükkânın sahibi Hasbi, balık satmanın yanında ekmek arası balık da yapıyor. Nostaljik bir hava oluşuyor. Eminönü balıkçıları gibi olmasa d, insanın kendini dinlemesi için uygun.

 Karadeniz sahil yolunun tam kenarı. Yolun tam karşı çaprazında ışıklar ve yıllara meydan okuyan Kader Pastanesi. İncir ağacının tam karşısı altı balıkçı barınağı üstü yürüme amaçlı yapılan yürüme kordonu. En uçta kırık camlarıyla duran atıl vaziyetteki fener, duvarlarında kalp işaretleri ve aşkını ifade etmeye çalışan ergen yazıları harabe olmanın imzasını taşıyordu.

Oturuyorlardı İncir ağacının dibinde.

Genelde burada otururlardı. Ölü dalga sesleri içinde sakinliği yasarlardı. Hele akşam meltemi varsa yazın sıcaklığında ne güzel olur burası. Şehirde insan yığınlarının oluşturduğu sesler, taşlaşan kalpler, beton yığınları arasında olmaktansa, sakin bir ortamda sessizliği dinlemek onlar için az bulunur bir nimetti.

Pastaneden pasta almışlar, duman tütüyordu. Semaverin çaydanlığı da zaten boş olmazdı.

On yıldır beraberdiler. İlişkileri arkadaşlıktan ileri. Dost kalabilmeyi başarmışlar Belki de çıkarsız sevdikleri için birbirlerini. Baytar Osman, Çapul Dursun, Turşu Hüseyin ve Kirmit Ali veya Dindar Ali.  Oturmuşlar, çayın , çay kıvamına gelmesini bekliyorlardı.

Durdukça demlenirdi her şey. insan da öyleydi. Demlenenler tazeyse tatlı, taze değilse acı olur, acı verirdi insana ve insanlığa.

Şekersiz içerlerdi. Cay tadında olsun muhabbetimiz, katkısız, doğal, içten.

Öyle sessizdi ki şimdi ortam. Balıkçılar ve insanlar evlerine dönmüş. Yoldan da araba geçmiyor gibiydi. Galiba vakit ilerlemiş biraz. Balıkları dinleseler konuşmalarını duyabilirlerdi.

Kedi boğuşmaları bozdu sessizliği.

Balıkçı hasbinin oradan kedi eksik olmazdı. Renk renk, çeşit çeşit kediler. Balık artıklarını yerler, böylece ortalığın kokmasını da engellemiş olurlardı. Toprağın insanı temizlemesi gibiydi bu döngü.

Anlaşılan güçlü olan kedi baskı uyguluyordu. Ya da haksız olan bağırıyordu. Hayatta da böyle değil miydi? Menfaat kavgası ya da güç kavgası.

Hasbi, minnoşları severdi. Başkasının da rahatsız etmesini istemezdi.

Hasbi bu balıklarla kaç çocuk okutmuştu, hatta köyden tarla bile almıştı. Balıkların ve kedilerin sağladığı bereketine inanırdı. Beslediği kedilerin olumlu etkisi çok diye düşünürdü.

Can doyuranın canı doymaz mı? Sadaka olarak görürdü. Onları sevmeyi kollamayı ve onları doyurmayı.

Çopul Dursun:

-Hiç sevmiyorum kedileri. nankör hayvan bunlar. Hatta sırat köprüsünden geçerken yere kusuyorlarmış ki insanlar oradan düşsün diye. Mübarek hayvan köpek de, bunu görünce hemen onu temizliyormuş insan düşmesin diye. Onun için kedi köpek düşmanmış.

 Çopul’un işi gücü gazete okumaktı. Dedikodu dinlemekti. duyduklarını okuduklarını akıl süzgecinden geçirmezdi. Gerek de duymazdı. Gazetelere öyle alışmış ki kitapları bile gereksiz görürdü. Alkışlı konuşmaya bayılırdı. Beğenilme arzusu tavan yapmıştı.

-Evet, bende öyle duydum. Hatta kediyi şeytan çok seviyormuş. Şeytan kendine kurban için kedi kesilsin istiyormuş. Şeytan bunu seviyor diye peygamber ise, hiç sevmezmiş kediyi. Bu kedilerin soyunu kurutmak lazım aslında. Böyle konuşuyordu Turşu Hüseyin.

Hiç gülmez, çatık kaşlı, asık suratlıydı. Tatlı bir şeyde söylemezdi zaten. Felaket tellallığını yapardı her zaman.

Çopul:

Aslında ben hiç bir hayvanı sevmezdim. İnsanlar zor geçiniyor bir de bunlarla mı uğraşacağız. Geçenlerde bir olay duydum arkadaştan. Fikrim -ne yalan konuşayım- vallahi değişti.

Turşu:

Neymiş fikrini değiştiren Çopul dese de sessiz kaldı. Konuşmadı.

Turşu Hüseyin konuşmaya devam ediyordu. Geçenlerde bir gazetede şöyle okudum: Çok eskiden Yunanistan da bir papaz kızını Allaha kurban etmeye karar vermiş. Amacı şeytanı kızdırmakmış. Kızının ellerini ayaklarını bağlamış, baltayla onu kurban edecek. Ama balta kesmemiş. Öyle olunca Allah kıza acımış kızın yerine gökten bir keçi indirmiş. Keçi kurban edilmiş. Ondan sonra da kestiğimiz kurban olayı başlamış ve yine o olaydan sonra diğer hayvanlar yaratılmış. Ben keçiyi seviyorum arkadaşlar. Eti var sütü var kılı var. Derisi var. Böyle bir olaya da sebep olduğu için mübarek hayvan. Diğer hayvanlar ona borçlu yaşamlarını ve yaratılış sebeplerini. Çok ilginç ve faydalı yazıydı. Bu gazeteler de olmasa gerçeği öğrenemeyeceğiz.

Baytar Osman kahkahayı patlattı. Sadece arkadaşları değil çevredekiler de duydu bunu.

Çopul:

Ne oldu baytar. Burada gülecek ne var.

Baytar Osman:

Bunu neresi doğru. Siz devam edin ben konuşurum sonra.

Dalgındı biraz. Ufuklara bakıyordu derin derin. anlaşılan gün içinde duygusal bir şeyler yaşamış.

Anlatılanlara, Kirmitçi Ali de kıs kıs gülüyordu.

Dindardı Kirmitçi Ali. Ayda bir iki defa cumaya gitmişliği oluyordu. Küçükken de mektebe gitmiş, küfür etmez, alkol kullanmaz, ramazanlarda bir kaç gün oruçta tutar. Arkadaşları onun için dindar derlerdi. kirmit satıp ailesini geçindirdiği içinde Kirmitçi demişlerdi. Kirmitçi Dindar Ali. Dindar deyince de kızardı. Dindarlık kim biz kim. Dindarlık yirmi dört saat olur. Biz ne ki…

Sizi dinledim de dediklerinizin çoğunun dinle ilgisi alakası hiç yok.

Neresi yanlış Ali. Galiba işine gelmedi. Siz dindarlar biraz alıngan olursunuz sanki. Anlat da doğrusunu bilelim. Arkadaş dediğin, doğruyu öğreten, doğru yolu gösterendir değil mi?

Turşu çayları doldururken Çopul’ da katıldı Turşu’nun dediklerine. Anlat anlat da bizde bilelim Kardeeşş!

Öncelikle, bizim peygamberimiz hayvanları severdi. Kediyi de. Hatta onun Müazza adında birde kedisi vardı. Öyle severdi ki bir gün hırkasının üzerinde uyumuştu. Namaza gidecekti. Onu uyandırmamak için kedinin, yattığı yeri keserek hırkayı almış, giymiş. Geri döndüğünde kedi uyandığı için o parçayı hırkasına kendisi tekrar dikmiştir.

O Güzel İnsan. Kedi için , o ev halkındandır derdi. İçtiği sudan içer, hatta o su ile  abdest bile alırdı. Kediyi hiç pis görmezdi O. Nereden kediyi sevmezdi diye çıkmış anlamıyorum.

Yine bir gün arkadaşına anlatır. Bir kadın eski dönemlerde kediyi hapsetmiş, açlıktan kedinin ölmesine sebep olmuş, kötü kadın olmadığı halde kediye verdiği acıdan, Allah onu cehenneme atmıştır. Kedi nankör olsa o güzel insan kediyi besler miydi?   Hatta onun bir arkadaşı vardı. Kediyi öyle severdi ki kedi yavrusunu sarığında gezdirirdi. Peygamberimiz  ona kedi sevgisinden dolayı ‘kedicik babası’ adına gelen, ‘Ebu Hureyre’ ismini koymuştur.

Kirmit Ali düz konuşurdu heyecan oluşturmazdı. Arkadaşının esnediğini görünce bıraktı konuşmayı yoksa anlatırdı biraz daha. İçinden az ve öz konuşmak iyidir dedi, ama esnettiği için de üzüldü.

Sessizlik oldu bir süre.

Aslında Baytarın konuşması bekleniyordu.

Son noktayı genelde o koyardı bir konu tartışıldığında. Okumuş adamdı. Emekli öğretmendi. Veterinerlik de okumuş. Emeklilik sonrası boş durmaz, arkadaşının kliniğinde gönüllü olarak hayvanlar ile ilgilenir, onlara hizmet ederdi. Öğretmenlikten alıştığı için çok konuşsa da boş konuşmazdı. Yaşlılığı gözlerine de vurmuş, kalın gözlükler kullanır ve iyi kullanamadık zamanında gözlerimizi derdi.

Arkadaşlarının konuşması için kendisine baktıklarını görünce, gözlüğünü taktı, demlenmiş çayından bir yudum çekti. Bu onun demlenmiş sözlerine başlayacak anlamına gelirdi.

Çopul:

Ya Baytar bizi niye boş boş konuşturuyorsun. Doğrular ile yanlışlar iç içe girmiş vallahi. Ayıramıyoruz artık. Ne doğru ne yanlış bilemiyoruz. Düzelt yanlışlarımızı. Çok nazlandın ha! Pastan var, çayın var, dinleyicin var, karşında masmavi deniz. Bilgin de var. Yeter artık, bırak, şu naz işlerini derken herkesi gülümsetti.

Neresini düzelteyim ki konuştuklarınızın. Dediğiniz gibi yalanlar olmuş gerçek; gerçekler olmuş yalan. Gerçekleri üç kuruşa satarlarken, yalanlara paha biçilmiyor.

Talan etmiş yalan yanlış bilgi her yanı. Yalana rağbet artınca yalancılar çoğalır olmuş, doğru söyleyeni de dokuz köyden kovar olmuşlar. Yarım doktor candan, yarım din bilgisi dinden, uydurma öğrenmeler de rezil eder insanı arkadaşlar diyerek başladı konuşmaya.

Sondan başlayayım. Çopul ’un anlattığı olay gerçekte olan ama yanlış anlatılan bir olay.

Baytar Osman hayvan meraklısıydı. Kedisi köpeği vardı. Bıldırcın ve tavukları ise bir başka severdi. Aynı zamanda sokak hayvanları içinde dernek kuruculuğu yapmıştı.

Son konuştuğunuz kurban olayı ne güzeldir anlayana.

Duyguları, düşünceleri, maddeyi, somut ve soyut unsurları, kurban edebilmek belki de sevginin en yücesidir. Biz kurban deyince sadece hayvan boğazlamak sanıyoruz. İnsanın belki de en güzel kurbanı, zamanını Allah için feda etmesi değil midir?

Bahsettiğiniz kurban olayına gelince, işin aslı şöyledir: Yer Yunanistan değil Mekke. Kurban eden papaz değil İbrahim peygamber. Kurban edilen kız değil oğul. İbrahim’in oğlu İsmail yani. Kesecek alet satır, balta değil bıçak. Gökten gelen ise keçi değil koyundur.  Mübarek hayvan indirildi ve kesildi. Bu İbrahim’in Allah’a sevgisini gösteren, fedakârlığını gösteren, dedemiz İbrahim’in kurbanıydı. Şeytan dediği için değil, Allah dediği için her yıl kurban keseriz. İbrahim ile beraber bütün peygamberler kestiği için bir sünnet dediğimiz bir adettir.

            Hayvanlara gelince, insanoğlu gelmeden onlar zaten yaratılmıştı. İnsan her şeyi hazır buldu. Kendine alıştırdı ve hayvanları ihtiyacı doğrultusunda kullandı ve kullanıyor. Allah da onları insanın hizmetine verdi zaten.

            Çaylar içildikçe içiliyordu.

Sohbet koyulaşmıştı. Öyle tatlı anlatıyordu ki, saatlerce konuşsa dinlenirdi Baytar.

Akıcı konuşur kısa cümleler kurar. Ses tonunu iyi ayarlardı. Tonuna göre cümle merhamet mi, sevgi mi, sertlik mi anlaşılabilirdi. Dinleyenlerin gözlerine bakardı konuşurken.

Kediler….

Kediler, sevimli ve güzel canlılardır. Onun mırlamaları kalbi dinlendirir. Psikolojik olarak da insanı rahatlatır. Kedi fizyolojik olarak pis değildir ve kesinlikle pisliği kabul etmez. Bu hayvan mahremiyete de çok dikkat eder. Tuvaletini yaparken kesinlikle orta yere pislemez. Eğer kendisine tuvalet hazırlanmamışsa ve yer gösterilmemişse, tenha yerleri seçer. Diğer hayvanların çoğu buna dikkat etmez. Ne yazık ki insan bile bu kadar dikkatli değildir.

 Buna nankör diyorlar ya doğrusu şaşar kalırım. Size süslüyü anlatayım da kararı siz verin. Neler çekti bu Süslü.

Süslü kim baytar?

Süslü
Süslü

 Kader Hanım’ın kedisi. Neler çekmemiş ki…

Kader Hanım; Zeytin adını verdikleri bir sokak kedisi sahiplenmişler. Kliniğe  onu getirdi bugün.

Kedi hakkında bilginiz var mı? Baktınız mı daha önce diye sordum?  Keşke sormaz olaydım. İçim parçalandı o anlattıkça. Dalgınlığım da oradan biraz.

ordakiler şaşkın… Baytarı bu kadar derinlere daldıran, üzen,  önemli ne olabilir ki. Hiç bölmediler konuşmasını. Çayını doldurdular devamlı.

Kader Hanım, esnaf hanımlardan, ağırbaşlı, kimin ihtiyacı olsa yardımına koşan yardımsever, işini seven, öksüz kalan kardeşlerini büyütüp onlara yuva yapan kendi halinde bir ablamız. Eşi de öğretmenmiş. Eşi sanayide köpekle yaşayan bir yavru kedi görüyor. Yavruya üzülüp eve getiriyor. Siyam kedisi. Beş göbek geriye kimliğinde yazılı. Asil bir kedi. Soyu saf.

Turşu Hüseyin:

Ya baytar bizim bildiğimiz, sokak kedisi, Ankara kedisi, Van kedisi, tekir, birde Gâvur kedisi dediğimiz kediler var. Bu siyam kedisi nasıl bir şey. Farklı mı yani?

Siyam kedisi Uzakdoğu kökenli, koyu esmer yüzlü, koyu mavi, gözlü krema çalan, doğuşta yavruları kül rengi beyaz doğan bir kedi cinsi. Gittikçe yüz kulaklar bacaklar ve kuyruk koyu esmere döner. Tibet, Malezya, Tayland’da çok değerlidir. 1800’lü yıllarda Avrupa’da fare çoğalınca oraya götürülmüş ve çoğalmıştır.

Bir zamanlar Uzakdoğu’da ve Mısır’da tapılmış bir kedi dedikten sonra Kader Hanım’ın anlattıklarına devam etti Baytar:

Anlattıkça anlattı. Kader Hanım :

Kedi o kadar eşime bağlanmış ki evde birlikte saklambaç oynuyorlar çocuk gibi. Beraber film izliyorlar. Park’a gezmeye gidiyorlar. Hatta balığa gidiyorlar birlikte. Balığı çok seviyormuş. Oynaya oynaya balık yiyor Süslü. Eşim artarsa, balığı eve getiriyor.

Süslü, ergenliğe ulaşınca, (yaklaşık 1 yıl ) Samsun’dan buna bir eş buluyor. O da siyam cinsi. Adı Paşa iki hafta evi onlara bırakıyor.

süslü ve paşa
süslü ve paşa

İki ay hamilelikten sonra süslü, bir gece eşimi kaldırıyor yatağından. Bakıyor ki doğum yapacak. Önceden hazırladıkları yuvaya onu götürüyor. Üç saatte dört yavru doğuyor. Eşim başında ebelik yapıyor ona. Psikolojik destek veriyor. Okula da geç kalıyor o gün eşim. Geç kalma nedenini de kimseye söylemiyor. Ayıp karşılanırım diye. Tabi ki biz bu arada eşimle ayrı yaşıyorduk. Yoksa ben de bakardım ona dedi.

Baytar çayını tazeledi arkasından birkaç pasta atıştırdı. 

Arkadaşlar:

Kediler 2 ile 6 arası değişen yavru yapar. Yavruları ilk hafta göz ve kulakları kapalıdır. Yirmi dört saat yavrularından hiç ayrılmazlar. İlk hafta anneleri zorla emzirir onları. İkinci gün her yavru memelerini paylaşmıştır. Kimse diğerinin hakkını almaz. Hep benim olsun demezler. Bencillik yoktur. Yedi sekiz hafta emzirir anne yavruları. Yavrularına çok düşkündürler. Her şeyi öğretiler yavrularına. Yemek yemeği, tuvaleti, avlanmayı, temizlenmeyi, oyunlar oynamayı…

İnsanlar öyle mi.  Cami önüne bırakılan çocuklar, sokaklara terk edilen çocuklar, çocukların hali düşünülmeden ebeveynlerin ayrılık kararları, yalnızlığa, kötü yollara sürüklenen çocuklar…

Ne dersiniz kim nankör.  Kedi mi insan mı?

 Turşu, merak ediyordu. Süslüye sonra ne olmuş Baytar?

Dört yavru. Pamuk, zarife, kerime ve duman. Anaları süslü. Babaları Paşa. Soy kütüğü ile beraber kimliklerini çıkartmış Kader Hanım’ın eşi.

Eğer bir evde ilgi varsa, huzur varsa, hızlı geçer zaman.

Büyümüş yavrular.

Mehmet Bey yavruları sahiplendirmiş. Süslü ile yalnız kalmış baş başa. Nasıl olduysa Mehmet Bey bir iftiraya kurban gitmiş, hapse düşmüş.

İftira zordur. Allah bizleri korusun her türlü iftiradan arkadaşlar.

Amin. Amin….

Kader Hanım ve süslü için, zor bir dönem başlamış. Bir tarafta eşinin acısı, diğer tarafta süslünün acısı, yalnızlığın vermiş olduğu acı ve babadan ayrılan bir çocuğun dramı, bakılmaya muhtaç birkaç yetim öksüz insan ve hasta bir anne daha.

 Süslü, Mehmet Beyi göremeyince, yemeği içmeyi bırakmış. Veterinere götürmüşler. Psikolojik bozukluk teşhisiyle bir süre tedavi görmüş.

 Bir zaman sonra, Mehmet Bey’i göremeyince yine tedaviye cevap vermemeye başlamış. Cezaevinden giyilmiş elbiseleri gelince, Mehmet Bey’in kokusunu alan süslü, tekrar yemek yemeye, su İçmeye başlamış. Evde elbiselerin üzerine oturmuş, hoplamış zıplamış. Bu kirli elbiseler süslüye can vermiş adeta.

Ancak her şey güzel olacak derken Türkiye’deki darbe kalkışması, her şeyi bozduğu gibi süslünün hayatını da darmadağın etmiş.

Ah! Bu darbeler yok mu dedi Kirmitçi:

Ülkeleri yıllarca gerilere götüren, insanları, aileleri karanlıklara sokan, zalimlere, mazlumu ezme hakkını veren, her yerde benim dediğim olacak diyen, güçlünün zayıfları hukuk adına ezdiği, yabancının ülkemizi işgali için ortam hazırlayıcı, darbeler… Haklının değil; silahı olanın hâkim ve güçlü olduğu darbeler… 

      Kirmitçi, seksen darbesinde, bir süre içeride kalmış, tırnaklarını sökmüşler, ellerini yanan kalorifere bağlamışlar, çıplak ayaklarla, kırık camlar da yürütmüşler. Sonra da buz gibi, tuzlu suya sokmuşlar kendisini ve birçok arkadaşını. Çok arkadaşı işkenceden kafayı sıyırmış. Bir kısmı sonradan faili meçhulle ölüme gitmiş.

Birçoğunu da acıları çektikten sonra ‘pardon suçunuz yokmuş’ denilerek atmışlar dışarı. Kimden hesap sorulabilir ki. Kimden hakkını alabilirsin ki. Alsan da haklarını çektiklerini nasıl silebilirdi insan. Darbeyi Ondan iyi bilen olamazdı.

Lanet okudular hep birlikte acılara acı verenlere.

 Baytarın anlatması için bakışların kendine döndüğünü görünce, devam etti. Kader Hanım’ın anlattıklarına:

Darbe ile kararname çıkmış. Hapishaneler tıklım tıklım. Elbise değişim artık haftada bir gün değil; üç ayda bir olacak.

Kim süslüyü düşünür. O bir hayvandır sadece.

Süslü elbisedeki kokudan mahrum kalınca, sağlık sıkıntılarını tekrar yaşamaya başlamış. Fotoğraflarına bakarak yemiş bir sure. Fotoğraflarında koku olmayınca, vazgeçmiş yemekten, içmekten.

Süslü umudunu kesmiş hayattan. Yaşamak istemiyorum der gibi artık. Kader Hanım çaresizdir. Hayvana nasıl umudu, yaşam azmi anlatırsın.  Nasıl ışık verirsin karanlığına. Kim anlar, nasıl anlatılır, ne yapabilir. Veteriner de çaresizdir. Eğitmenlerinden birisi der ki kediyi cezaevindeki eşinizle görüştürün. Savcılığa gider. Savcı Bey heyet raporu olursa izin veririm der. Kader Hanım, kedi için heyet raporu çıkarır. Beş veteriner hekim, iki eğitmenin imzasıyla.

Karar:

 ……..Psikolojik durumu, fizyolojik durumunu olumsuz etkilediğinden, mutlaka sahibini görmesi gerekir, hayvan hakları evrensel bildirgesinin ilgili maddeleri yazılır. Diğer gerekçelerin hepsi de raporda yer alır…..

Savcı raporu ve kediyi inceler ve görüş iznini verir. Cezaevi ne götürülür süslü. Cezaevi kapısında, heyecanlı, ürkek korkak halde. Birazdan sevdiğini görecek, bakışacaklar.

Olsun bazen bir bakış değil midir kitapları dolduran, şarkıları yazdıran, aşka düşüren.

Bazen bir bakış değil midir yaşatan, yaşattıran.

Konuşabilse ne kadar özlediğini anlatacak belki. Çektiği acıları, özlemleri, hasretini anlatacak gözleri. Anlayan anlardı bakışlardan.

Ve kulaklar kapıda cezaevi müdüründen haber bekleniyor.

Haber geldi. Ama acısıyla. Cinayetten gelmiş olsa idi izin verilirdi ancak bu suçtan dolayı izin verilmiyor.

Oranın görevlileri:

Kediye de görüş mü olurmuş diye kahkaha atarken, yıkıldı her şey süslü için. Kader Hanımda yıkılır orada. Gözyaşlarıyla çaresizliğini anlata dursun, kapılar kapanmıştır artık.

Burası Cezaevi insana değer verilmeyen yerde, hayvana kim değer verir ki.

Pekâlâ, Bu bir cinayet değil miydi? Darbeler haklı mıydı? Haksız mıydı?

Çaresizlik

Gidiyor Süslü. Gittikçe uzaklaştı gözleri kapıdan. Anlatılan olay karşısında, Baytar anlatırken hüzünlendi, arkadaşları da.

Kader Hanım ağlıyordu anlatırken. Ben de ağladım.

Keder’i kader yapan insanlar, ölüyor ve öldürüyordu…  

İnsanların yanlışları acı çektirir kendilerine ve başkalarına arkadaşlar.

Kader Hanım devamla anlatıyordu:

Yeme içmeden kesilen kediye verilen ilaçlar, bir sure sonra böbreklerini bitirdi. Nakil gerekiyor denildi. Erzincan, Elazığ, İzmir, Ankara, İstanbul araştırıldı. İstanbul’da bulduk bir kedi böbreği. 10 bin dolar gerekiyor dediler. Günlerden çarşamba nâkili kabul ediyorsanız Perşembe günü burada olmalısınız dediler. Cuma günü ise dükkânımın elli bin liralık çek ödemesi vardı. Çok düşündük. Can önemli dedik. Fatsa’dan, çarşamba gecesi Samsun’a doğru gidiyoruz amacımız uçakla İstanbul’a süslüyü yetiştirmek.

Ünye Cezaevi sapağına yaklaştığımızda, kedi miyavv diye bir ses çıkarttı. Durduk heyecanlandık. Süslü uzun zamandır hiç miyavlamıyordu. Doğruldu hafiften. Yollara baktı. Mavi gözlerinden birkaç damla yaş aktı. Ama kimseye anlatamadı nedenini. Acıdan mı, çaresizlikten mi, ayrılıktan mı bilemedim dedi Kader Hanım. Süslü sonra gerildi biraz. Titredi. Sıtma hastası gibi. Sırtüstü uzandı. Ayaklarını uzattı. Uzattıkça katılaştı yavaşça yan tarafa döndü. Gözlerini kapattı. Yaşlarını sildim. Bizim yaşlarımızın sebebini Yaratana havale ettik. Geri döndük. Kur’an kursu bahçesine otuz üç öğrenci ile birlikte gömdük dualarla. Ne de olsa o da bir candı. Onu sevenler de candı. Ölümüne sebep olanlara da insan denildi her zaman. Onlar da can taşıyorlardı. Ne amaçla taşıyorlarsa artık.

 Ölen kimdi! İnsan mı ? İnsanlık mı ? Uzun süre görüşüne gitmedim eşimin. Telefonla konuştuk onunla. Haftada on dakika hakkımız vardı zaten. O hafta eşim dedi ki:

Süslüyü gördüm rüyamda. Ormanlık bir yerdi. Dere kenarı. Derede oynayan balıklar, etrafta kuşlar var. Süslü de yavruları ile oynuyordu orada. Durumu çok iyiydi. Besili idi. Çağırdım geldi yanıma. Sevdim onu.  O da çok da sevdi beni. Çok özlemiş belliydi halinden. Ama birden kayboldu. Uyandığımda gözlerim yaşlıydı. Anlayamadım Güzelim! İyi mi süslü diye sordu.

İyi dedim umudunu yıkmamak için, yaşaması için, böbrekleri için, iyi diyebilirdim. Zaten şu an görmüyordu, şükür ki gözlerimdeki yaşı da görmüyordu.

Bunları, Kader Hanım anlattı bugün. Zeytini de götürdü. Aşısını severek yaptım. Kader Hanım, içime zeytinler koyarak gitti.

         Gece yarısı çoktan geçmişti.

Uzun süre sessizlik oldu. Hepsi kendisini sakladı diğerinden. Utandılar belki de. Büyükler ağlamaz diye öğretilmişti .

….

 Çopul, çaycı Yaşar’a bağırdı uzaktan:

Semaverimiz söndü. Bir demlik çay yap. Demli olsun. Acımız var. Dağılsın. Canlar için demlensin çaylar… Ki, başka canlar, cansız kalmasın. Çaylar bitince kalktılar yerlerinden.

Duygusal bir geceydi. Az konuştular vedalaşırken. Çopul, cebinden biraz para çıkardı. Turşu’ da yaptı aynısını. Balıkçı Hasbi’den balık aldılar. Buradaki kedilere dağıttılar. Birkaç poşette eve götürdüler. Kimse bir şey demedi. Oradan ayrılırken.

Turşu Hüseyin giderken bir ara geriye döndü. Otururdukları yerde bir Kedi dört yavru ile oynuyordu. Hayal miydi gerçek miydi. Bunu da anlatmadı kimseye.

Mahalledeki sokak kedileri, yedikleri balıkları çok sevdiler o gece.

Sabah ezanı okunuyordu miyavlar kesildi. Ezanlar dinleniyordu.

Ayrı ayrı camilere  gittiler. Sonra evlerine.

Dualarına başka canları da koydular bu sabah…

 

Şu Yazıya da Bakabilirsiniz

Biz Tüp Bebek Yaptırmak İstiyoruz!

Biz Tüp Bebek Yaptırmak İstiyoruz!

 Sonbahar kendini iyice belli ediyor. Karşıki ormanın ağaçlarının yapraklarının çoğu dökülmüş, geri kalanlar kahverenginden, sarıya …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir