Bir Kadının Atının Toynakları Ezer Ruhumu…
Karacadağların eteklerinde bir yerdi burası.
Dağların guz yerlerinde karlar erimemiş. Buralarda güneş almayan yerlere ‘guz’ derlerdi. Ya insanın güneş almayan hayallerine, umutlarına ne derlerdi bilemiyorum.
Uzaktan bakınca, beyazlıkları kirlenmiş dağların heybetli hali, ürkütüyordu.
Dağlar; gözlerini beyaz tülbentiyle silen Anadolu kadınlarının hali gibi masum ve yaralı ve bir o kadar heybetli. Yüreğinde neler taşır bu kadınlar. Ne acılar…Ne hüzünler… Ne hasretler… Yaşanması mümkünken yaşanamayan anlar, anılar, hayaller… Kocası uzaklara gitmiş ve bir daha dönmemiş ruhlar gibi dağların üzeri şimdi.
İçerisi gizemlerle dolu dağlar ve kadınlar…Hazineleri nelerdir bilinmez. Hangi hazineler gizemlerini alır o da bilinmez…
Havada, matemi andıran bir meltem. Dağın eteklerinde bahara hazırlanan bir ova.
Yakında her tarafta ekim, dikim işleri başlayacak. Traktörlerin sesleri ve işçi türküleri , kurbağa sesleri arasında her yeri kaplayacak.
Bölgenin en değerli pirinçleri yetişecek. Sonrasında, kızlar çeyizler alacak. Erkekler düğün hazırlığı yapacak. Burnunu kollarıyla temizleyen çocuklara yeni elbiseler ve ayakkabılar alınacak. Damatlık elbisesi alınana kadar mendilleri olmayacak zaten erkek cocukların. Kız cocuklarına ise oyuncak bebekler alınacak, şimdiden öğrensin çocuk bakmayı diye.
Anlayacağın rengarenk olacak köyler, hasat bitince.
Renk renk konuşulacak her şey. Ölümler, doğumlar, düğünler, ayrılıklar birbirini izleyecek hep.
Az kaldı. Soğuklar bitmek üzere. Yaban bitkileri boy vermiş, dağlardaki karlara inat, ovayı süslüyor renk renk çiçekleriyle. Hayaller gibi. Umutlar gibi. Sevda gibi.
Bir kulübe.
Dağın tam eteğinde. Önünde bir masa. Kestane tahtasından. Yer yer çürümüş. Yıllardır burada olduğunun işareti çok, gördüğüm kadarıyla. Kare desenli örtüsü , çivilenmiş masaya. Üzerinde kara demlikte piştiği belli olan, iki bardak çay. Çay tadında bir çay olmalı bu. Rengi filtrelenmemiş.
Burada çay bir başka olmalı. Sessiz ve sakin….Her şey dingin ve gökyüzü çarşaf gibi masmavi. bulutlar dağlara saklanmış …
….
Çay gibisi var mı.
Hele yorgunsan, hele sevda yüklüyse yüreğin. Hele de ‘’dağlar dağladı, gören ağladı beni’’…diyebiliyorsan…
Yaslandım tahta sandalyeye ve dağlara. Bir yudum aldım.
Ohh miiss!
Ortalık aydınlanmış ama bir gariplik var.
Gece ile gündüzü karıştırmış çakallar. Sesleri ürkütücü. Gökyüzünde leş yiyiciler cıktı birden. N’oluyor!
Sandalyedeyim. Çay elimde, önümde kare örtülü bir masa. Etrafa bakındım. Yan tarafımda sadece bir kulübe. Tahtadan yapılmış sayfan denilenden biraz hallice. Kapısında paslanmış kilit ve kapalı…
Çakalların seslerine kurt ulumaları karıştı.
Yalnızım. Dağlardayım. Çakallar, kurtlar, kapısı kilitli bir kulübe ve ben.
Bir anda karanlık sardı etrafı. Kalbim hızlı hızlı artıyor.
Töövbe Bismillah!
Güneş nereye gitti?
İnsanın ödünü patlatacak bir gürültü de nereden çıktı bu…
-Aman Allahım !
Dağ yıkılıyor…. Volkan mı patlıyor…
Bir toz bulutu yükseldi gökyüzüne doğru. Ve tozların içinden bir at çıkıyor.
Karacadağ yanıyor. Çay renginde bir kısrak geliyor dörtnala. Ağzında köpükler… Yeleleri kanat olmuş. Bir gariplik var anlayamadığım. Gözleri çakmak çakmak, ateş saçıyor etrafa. Sadece bana bakıyor. Üzerime koşuyor. Ağzından alevler saçarak.
Sevda değil. Aşk değil. Özlem değil bu. Bir ateş yığını. Bir kıyamet tellalı.
Nedeeen?
Ne yaptım sanaaa?
Gelmeeee!
Elimde bardak. Ve masadaki diğer bardağın sahibi yok. Oysa dumanı çıkıyor çayın.
At koşuyor üzerime doğru.
Kalktım. Ama nere kaçayım. Kapılar kilitli. Bağlandım kaldım. Saklanacak bir yer var sadece . Onun da kapısı kilitli. Bir korku tünelindeyim. Arkamda dağ ateş olmuş, önümdeki ova kararmış ve kapalı kapılar…
At üstüme geliyor hışımla.
Dur!
Yapma!
Gelmeeee!
İçimdeki atın izleri iyileşmedi.
Gelme noolur!
….
Üzerimde bir at.
Ezecek ruhumu…
Bu O kadının atı olmalı.
Göremiyorum. Gözlerime n’oldu… Çay renginde bir at. Üzerinde beyazlar içinde bir kadın. Atının toynaklarıyla eziyor bedenimi, ruhumu. Yüreğimin ovalarında ezilmedik yer bırakmadı. Ne kadar kaldım orada.
Bu kadın kim?
Bu at neden üzerimde?
Gözlerime ne oldu.
Allahımmm!
….
Ağırlık azaldı. Güneş yeni doğuyor. Kişneme sesleri uzaklaşıyor. Sessizliğe gömülüyor her şey. Acılarımın azaldığını hissediyorum. Ruhum dağlarda. Başım gökyüzünde.
İşte o an bir mucize oluyor. Dağlardan bir ses yankılandı. Ve bir gürültü yeniden. Toz bulutları güneşe ulaşmış. Rengarenk. Bir serinlik sardı etrafı. Güzel kokular geliyor çiçek bahçelerinden. Sesler dağıttı sisli olan her şeyi. Üzerimde bir at ve üzerinde bir kadın. Göz kapaklarım oynuyor. Yerdeyim.
Duyuyorum.
Duurrr ! diye bir ses. Dağlardan yankılandı. Patlamalar…
At uzun uzun kişnedi. İndirdi ayaklarını.
At ve ben dağlara bakıyoruz şimdi.
Kim bu seslenen!
İkimizin de dilinden anlayan bir ses nasıl olur!
…..
Bayılmışım.
Dayanamamışım acıya anlaşılan. Bedenimin mi, ruhumun mu acısından bilemedim.
Birkaç insan başımda.
Duyuyorum:
-Bedeninde bir şey yok. Birkaç kırık çıkık. İyileşirsin. Sen içindeki atların toynak izlerini iyileştir….
-İçimde atlar koşar Baba. Canım çok acıyor. Su ver atlara. Kanımı içmesinler Baba.
-Hasbunallahu ve niğmel vekil.
-Allah vekil evlat. Allah vekil. Kulak ver uzaktan gelen sese. Ruhunu dinle. Göreceksin o ses sayesinde hiçbir at yaklaşamayacak yanına. Acı çekmeyeceksin….konuşuyordu babam.
Sonra bir karanlık oluştu. Bir aydınlık geldi. Alaca bir at bu defa gelen ve aldı üstüne. Yeleleri kanat olmuş. Kulübenin ordan geçtik. Çay duruyordu. Ovaları aştık, dağların arkasına ulaştık.
İçimde bir serinlik. Toynak izleri gitmiş. Güneş gelmiş. Kış gitmiş, bahar gelmiş. Kelebekler uçuyor. Alaca bir at üstünde. Alaca bir at içimde…
Baba!
Babaaa!
Ses yok. Atlar nerede.
Atlar yok. Ben neredeyim. Sarp dağlar önünde bir ova. Barakadan bir kulübe. Ve masada iki bardak çay…
Sandalyedeyim. Çay elimde, önümde kare örtülü bir masa. Etrafa bakındım. Yan tarafımda sadece bir kulübe. Tahtadan yapılmış sayfan denilenden biraz hallice. Kapısında paslanmış kilit ve kapalı…
Gerçekten rüyadaymisim gibi okudum.Harika kaleminiz daim olsun 👏
Tesekkur ederim…Saygilar.
Şiirsel bir anlatımla harika bir hikaye olmus…
Kaleminize sağlık …
Teşekkür ederim. Saygılar…