Sonbahar kendini iyice belli ediyor. Karşıki ormanın ağaçlarının yapraklarının çoğu dökülmüş, geri kalanlar kahverenginden, sarıya doğru değişik tonlarda duruyordu dallarda. Yeler kurumuş, ot ve gazellerle dolmuş.
Rüzgâr, hafiften ıslak esiyor. Yağmur çiseleyince hep öyle olurdu buralarda. Aşağı derenin suyu, bir haftadır bulanık. Kurşunçalı’dan gelen derenin suyunu tarlaların toprakları kirletiyor.
Karadeniz burası. Evinin önünde elini yüzünü yıkasan su ırmağa kavuşmak için can atar. Eğimli arazi böyle oluyor. Karadeniz dedimya. Gökyüzüne bakınca gözler sulanır bulutlardan gelenler ile. Derenin suyu tarlaların canını götürüyor özellikle sonbaharda.
Güneş öğleye doğru gösterdi kendini bulutların arasından. Derelerden, bahçelerden, buhar şeklinde çıktı yağmur taneleri gökyüzüne. Rüzgârın ıslaklığı gitmiş, yerler kurumuş. Güneş kendini bırakmıştı yeryüzüne:
Isının ey yeryüzü ahalisi! dercesine.
Üşümenin getirdiği ürpermeler gitti. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler gevşemeye, birazda canlanmaya başladı.
Evinin önüne çıktı:
Hoş geldiniz Gelinler !
Buralarda böyle derlerdi birbirlerine. Yetmiş yaşını devirmiş ti üstelik hepsi de. Gelin diyerek, gelinlik yıllarını hatırlıyorlardı sanki.
Şerife nine ve arkadaşları. Eski ahşap tezgâhta kendilerinin dokuduğu kilimi evin önüne sermişlerdi. Buna çul da diyorlardı burada. Yün döşekleri üzerine koymuşlar, çaylarını içerken, nelerden bahsetmediler ki. Yetmiş yılın hatırası biter mi?
Şerife nine çıplak ayağını uzatmış, sırtını duvara dayamış, kurumuş yanaklarının üzerinde, başörtüsü altında kınalı beyaz saçlarının uçları gözüküyordu. Kuru bir oduna benzeyen elleriyle, bir taraftan tesbih çekerken, diğeri ile çayını içerdi. Aynı anda arkadaşlarıyla konuşuyordu. Eski Toprak, bir kişi bin kişiye bedel. Bazen de bahçeye doğru bakar, gözleri ile kolaçan ederdi etrafı. Fındık yaprakları döküldüğü için, gözlükleri ile uzakları görebiliyordu.
Kamile: –Gelin! Nereye bakıyorsun böyle. Gelenin mi var gidenin mi var.
-Çocuklara bakıyorum.
-Kız Gelin çocuklar döndü mü İstanbul’dan.
Yok, yok. Doğurup büyüttüğümüz çocuklardan bize ne fayda olacak. Ben fındık, feride ve ferite bakıyorum
Kız onlarda kim.
Onlar benim yeni çocuklarım. Yaşlılık zor. Yalnızlık daha da zor. Biz evlat için çırpınıyoruz. Onlar kanatlanıp uçuyorlar sonra. Hiç bizi özleyen var mı? Hiç bizi bekleyen var mı? Anamız babamız hasret çeker mi demiyorlar. Hasta mıdır? Ekmeği suyu var mıdır demiyorlar. Elin kızı için ana babayı siliyorlar. Bizden vazgeçiyorlar. Anlatırken gözlerden yaşlar akıyordu.
Ne yapalım kız Şerife. Hepimiz aynıyız. Mutlu olsunlar keşke. Bizimkiler de bizi bıraktı. Artık gelmelerini beklemiyorum. Bayram olur. Düğün olur cenaze olur, ne gelen oldu ne giden. Ne de sorarlar. Arada ben arıyorum torunları özlediğimden. Onları da özlüyoruz ama anlamıyorlar ki. Buraya gelin demiyorum. Evlerinde tartışma çıkar diye. Mutlu olsunlar yeter ki. Bizim bundan sonra bir ayağımız toprakta. Yalnızlık zor ama ne yapalım. Dayanacağız işte. Başka yol da yok zaten. Anlat hele Kim bu çocuklar.
Bunlar benim kedilerim.
Âlemsin Şerife. Yalnızlıkta dellenmişsin sen. Kediler ne zaman çocuk oldu. Yalnızlık senin başına vurmuş. Sana bir koca bulmak lazım.
Birlikte güldüler. Diğer yanda bizi bu yaştan sonra toprak paklar diyorlardı.
Çevrede bir ev vardı sadece. O da Nuriye’nin evi.
Nuriye’nin oraya gitmiştir bizim çocuklar. Birazdan gelirler. Zaten sık sık oraya gidiyorlarmış. Nuriye süt verince alışmışlar oraya. O da çok seviyor kedileri, hayvanları. Yıllardır evlat hasreti çekti. Sonunda Allah güldü yüzüne de verdi bir oğlan. Bahtı açık olsun. İnşallah ana babasının değerini bilir de onları yalnız bırakmaz bizimkiler gibi.
Âmin. Âmin.
Kız Şerife! Neden üç tane kedi. Bir, iki kedi yetmiyor muydu?
Kıyamadım onları ayırmaya. analık böyle bir şey. Analarını görmeden, işte yetim kalmışlar. Sahipsiz kalmışlar. Ben de aldım büyütüyorum ne yapim. Bana yoldaş oluyorlar.
-Kız anası mı görmeyen kedi mi olur.
Gelinler! Orasını Hiç sormayın. Bizim kızın şehirde bir arkadaşı var. Pastacı mı fırıncı mı neymiş. Kızım buraya gelince anlattı kedilerin başına gelenleri. Ben de ona söyledim. Getirsinler bana. ben bakarım dedim. Bir gece arabayla getirdiler üşenmeden.
Yerdekilere merhamet etmeyene, göklerdeki merhamet etmez. Bunlar beş kardeşmiş. İkisi ölmüş. Sonra bu üç yavru kalmış. İsimlerini de onlar koymuşlar.
-Anaları ne olmuş onların.
Dükkânlarının oraya bir kedi alışmış. Beslemişler. Yavru kedide dişiymiş. Beş tane yavru doğurmuş. Deponun orada bir yerde bakıyorlarmış. Bir ara bakıyorlar ki, kedi gelmiyor. Gidip bakıyorlar. Anneleri yavruların üzerinde. Ortalık kan. Anne kedinin karnı kesilmiş. İki yavru ölmüş. Geri kalan bu üç yavru daha üç günlük. Gözleri kulakları kapalı. Karınları aç.
Veterinere götürmüşler. Bunlar ölür boşuna uğraşmayın demişler. Bunlarda kendileri ilgilenmemişler. Eve götürmüşler. Karı koca ve çocukları yavruyu beslemişler. Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte. Kediler beş altı aylık olunca, bir daireye sığamaz olmuşlar. Bir tanesi dördüncü kattan aşağı atlamış. Şükür ölmemiş. Biraz aksıyor ama olsun. Onlar da evde durmayan kedileri sahiplenecek, bahçesi olan birilerini aramışlar. Kıyamadıkları için güvenli yeri olsun kedilerin istemişler.
Kızım bunları anlatınca, aldım işte bahtı karaları. Analarını görmedikleri için insanı anneleri zannediyorlar. Çok cana yakınlar. Çevrede ne fare bıraktılar, Ne yılan. Çok avcı bunlar. İki aydır yanımdalar çok alıştım onlara. Onları göremeyince özlüyorum. Onun için etrafa bakıyorum.
Bunları anlatınca Şerife nine, sesli çağırdı:
Fındııık!
Ferideee!
Feriit! Neredesiniz çocuklar.??
Uzun sürmedi. İki kardeş geldi. Feride ve Ferit.
Şerife nine ve misafirleri, kedileri görünce bir sessizlik oldu. Sonrasında bir ürperti geldi içlerine. Ve akıldan geçen korkunç ihtimaller… Kedilerin her yanı kan. Elleri ayakları ağızları. Az önce nasılda güzelce anlatmıştı kedileri. Sonuçta bunlar da hayvan. Aslan kaplan soyundan gelirler. Yabani yönleri mutlak olacaktır.
-Çocuklarım! Ne oldu size.. Aldı. İnceledi. Baktı her yanlarına. Hiçbir şey yok. Yaraları yok. Çizikleri yok. Allah Allah. Hayır, olur inşallah derken Nuriye’nin bağırması duyuldu uzaktan. Haykırışları, ağıtları yardım çığlıkları hepsinin kulaklarını açarken yüreklerini parçalıyordu. Ve karşılarında her tarafı kanlı kediler.
Avcıydı kediler. Yırtıcı idiler. Ama Nuriye’nin bağırmasıyla ilgisi ne olabilir ki. Diğer kedi de yok üstelik. Acaba. Yok, yok olamaz. İhtimaller arka arkaya geldi. Her biri farklı şeyler düşünüyor ve konuşuyordu artık. Hızlıca kalktılar Nuriye’nin yanına gitmek için.
….
Nuriye Hanım’ın çocuğu olmuyordu. Saftı. Biraz da cahil. Eğer cahilliğin karşılığı okuma yazma bilmemek ise öyleydi. Okul yüzü görmemiştir. Babası kumarbazdı. Başlık parasına verdi kızı küçükken. Kocası Mehmet, hem baba oldu Hem koca oldu ona. Sahip çıktı. Çocukları olmuyordu uzun zamandır.
Tüp bebek diye bir şey duymuşlar. Ona karar verdiler. Doktora gideceklerdi. Samsun Tıp fakültesine. Nuriye’m dedi Mehmet: Tüp bebek yaptırmak için küçük tüpü götürelim.
-Yok, yok herif. Ocağın tüpünü sök. Onu götürelim
Kız şaşırdın mı sen. Kocaman tüpü nasıl götürelim. Küçük tüp yeter. Çantaya koyar gideriz. Hem büyük küçük tüp demiyorlar. Sadece tüp diyorlar. Onun için bu yeter.
Sonuçta karar verdiler. Küçük tüpü çantaya koyup doktorun karşısına çıktılar. Tüpü çantadan çıkarıp, masaya koyunca,
Biz tüp bebek ile çocuk sahibi olmak istiyoruz. Buda tüpümüz doktor begg!
Doktor’ çoğu dökülmüş bembeyaz saçları, alın çizgilerinin çokluğu tecrübeli olduğunu gösteriyordu. Utandırmadı onları. Gülümseyerek güzelce dinledi dertlerini. Karşısındaki kişilerin niyeti ve düşüncesi saftı. Bilmiyorlardı anlaşılan. Köylü olduğu belliydi. Kıyafetlerinden ve konuşmalarından.
Yaşlı doktor , hayretinden gülümsüyor, Onunla olmuyor çocuklar! deyince hemen başladı konuşmaya .
Kocasına dönerek: Mehmet! Sana o kadar dedim. Büyük tüpü götürelim diye. Şimdi nerede bulacağız burada büyük tüpü ?
Mehmet suçluymuş gibi boynunu büktü. Haklıydı. O kadar da çocuk hayali kurmuşlardı. Şimdi bu hayal de bitiyordu.
Doktor, ailenin tartışmaması için onları aydınlattı. Gerçeği anlattı. ikisinin de başları önlerinde, utanmıştı. Cahillik hocam. Kusura bakmayın
Uzun bir süre tedavi olmuşlardı. Ve tohumlama yapılmış hamile kalmıştı Nuriye.
Bu durumu gülerek anlattılar uzun zaman. Cahillik işte kötüymüş derlerdi. Bilmek lazım. Öğrenmek lazım. Okumak lazım. Araştırmak lazım diyorlardı.
Şerife ninenin tek komşusu bu idi. çocuğu doğalı bir ay olmuştu. İki ailenin neşesi idi çocuk. Hele Nuriye’nin, Mehmet’in Keyfine diyecek yoktu.
Yaşlı gelinler, Nuriye’nin evine varana kadar, neler düşünmediler. Evin önüne vardıklarında hepsinin, ayakları bağlandı sanki yere. Nuriye yerde yatıyor, kendini parçalıyordu. Uzakta, dış kapının orada kanlar…. Yaşlı kadın olgun davrandı sakince yaklaştı Nuriye’nin yanına. Onu yerden kaldırdı.
Kızım: Sakin ol hele. Kendine gel. Anlat ne oldu.
Ağıtlar…Ahırda İneğin böğürtüsü, Uvaz ağacında karga sesleri, dereden gelen kurbağa sesleri uzaktaki köpek ulumaları. her şey iç içe şimdi.
Nuriye: Abdullah’ım! Yavrum, canımın içi diyerek kendini parçalıyordu.
Abdullah Allah’ın kulu demek. Candı bu aileye. Yıllardır yaptıkları duanın karşılığı olan can. Çocuğun adını, onun için Abdullah Can koymuşlardı. Şerife nine, Nuriye’yi teselli etmeye çalışırken, kızım sakin ol. Ne oldu. Anlat hele diyordu tekrar tekrar. Ama kendine gelmesi kolay olmadı. Orada akan çeşmeden su getirdiler. Elini yüzünü yıkadılar. Kendine gelmesi için uğraşıyorlardı. Nasıl anlatsın bağrını parçalıyor kadın acıdan:
-Bilmiyorum ana. Bilmiyorum. İneğin yiyeceğini verdim. Avludan az pancar aldım, geldim buraya. Eve girecektim. Senin kedilerin ikisi çıktı. her tarafı kandı. Yavrum beşikteydi. O sırada gözlerim karardı düşmüşüm buraya. Ne olur ana. Abdullah’ıma bir şey olmasın! Gitme! uzaklara .Sensiz ben ne yaparım Yavrum !Ben onsuz yaşayamam anam….diye yalvarıyordu.
Kaderin önüne kim geçebilir ki. Kim Keder’e engel olabilir kaderden başka. Az önce benim kedilerim geldi. Her tarafı kandı diyemedi. Hepsi benim yüzümden oldu. kedileri ben getirdim nasıl desin. Karamsarlık her yanı sarmıştı. Gökte kara bulutlar sarıyordu etrafı.
Şerife nine: Bismillah dedi. La Ha Havle çekti. İnşallah bir şey olmaz, diyerek yavaşça kapıya geldi. Kanlara basmamaya dikkat ediyordu. Salona açılan kapı idi bu. Salon, köy evlerinde, odaları açılan orta yerdi. Etrafta bir kaç fasulye turşu bidonu, patağında duran birkaç çuval fındık vardı. İlerledi Şerife nine. Yatak odasında idi çocuk. Daha önce gelmişti.
Odanın kenarında bir beşik sallanıyordu hafiften. Kapıyı geriye doğru tamamen açtı yavaşça. Bismillah dedi yine ve daha nice dualar okudu içinden. Loş ve karanlıktı biraz oda. Duvarın bir yanında, beş kat yün yatak. Altında cevizden oymalı çeyiz sandığı. Sandığın karşısında kendi yatakları. Ve dışarıyı gören küçük bir pencere. Beşik tam oradaydı. Pencerede azıcık açıktı. dışarıda hafiften rüzgar esiyordu. Tek kat olan desenli bir perde sallanıyordu .içeri geri.
Bayılacak gibi oldu Şerife nine. Beşik, yerler, her taraf kan. Ve orada, ellerini yalayan, Şerife nineyi görünce kuyruğunu sallayan kedisi Fındık. Tövbe bismillah. Dizlerinin üzerine yıkıldı orada. Belki de düştü. İyi oldu yerde olması. Beşiğin öbür tarafını o zaman gördü.
Ne yaptın sen kızım fındık. Çocuklarım ne yaptınız Abdullah’ıma.
Orada ne kadar kaldığını bilmiyordu Şerife nine. Fındığı, kucağına aldı, inceledi. Sonra tekrar beşiğin altına baktı iyice. Sonra beşiğin içini inceledi güzelce. Kediyi kucağına aldı Dışarıya çıktı. Çıktığında Mehmet’te şaşkındı. Ağıtları duyunca gelmiş. Dudakları gül yaprağı gibi sallansa da, ağırbaşlı olmak gerekiyordu. Mehmet’i yanına çağırdı. Kulağına sessizce söyledi.
Ben şimdi çocuğu alıp, Nuriye ile beraber, bizim eve gideceğim. Sen odayı, beşiği yerleri etrafı güzelce temizle. Yılan ölüsünü böyle görmesin Nuriye.
Bebeği aldığında hala uyuyordu. birlikte eve gittiklerinde annesini emerken yine gözlerini açmadı. Acaba hangi rüyaları görüyordu hangi Meleklerle birlikteydi. Büyüyünce hatırlar mıydı bunları bilinmez. Annesi kendine gelememişti. Yavrusunu okşarken, emzirirken, konuşuyordu. Çok korktum Abdullah’ım. Sana bir şey olur diye çok korktum. Bırakma bizi. Seni verene kurban olurum bırakma bizi diyordu.
Şerife nine bir tarafta Nuriye’yi teselli ederken; diğer yandan temizlenen kedilerinin kucağındaki mırlamalarını dinliyordu ise temizlediği kedilerini sevmekle meşguldü.