Başında trafik şapkası, ağzında düdük yakasında hayattaki aldanışlardan kazandığı, gazoz kapaklarından oluşmuş otuz beş madalya.
Uzun boylu siyah saçlı seksen kilo ağırlığında . Karadeniz sahil otoyolu orta şeritte durmuş, yolda trafik kontrolü yapıyor. Bir elinde siyah bir ajanda defter, diğer elinde fındıklardan yapılmış tespihi. Uzaktan gören şoförler hemen emniyet kemerleri bağlıyor ve el kol işaretine göre yoldan geçiyorlardı. Geçerken de yavaşlıyorlar ve şoför saygınlığında e selam veriyorlardı.
Şoför olanlar bilir. Trafik polislerine saygı çok önemli. eğer eksik evrak varsa veya hatanız var ise.
Almanya’dan gelip Rize’ye giden gurbetçi:
– Galiba ülkemizin polisleri artık böyle oluyor. Takım elbiseli, başında trafik şapkası. yakada rozetler, elde tesbih…
İsmail, 3 gün süren yol yorgunluğuyla gözlerini zor açarak;
-Olabilir. Ülkede her şey çok hızlı değişiyor. Abi! İyi de yakasındaki gazoz kapakları neyin nesi. Buranın madalyaları da böyle değildi eskiden. bu delinin biri olmalı kesin.
…
Faklı davranış sergileyenleri ne güzel öğretmişlerdi bize. Çözemiyorsak, anlayamıyorsak, hemen deli der ve bütün soru ve sorunlara cevep bulmuş oluruz.
….
– Deli olsa bu trafikte, tek başına ne işi olur. Düdüğü polis düdüğü, şapkası da öyle baksana.
– Belki sivil polistir.
…
Konuşmaları böyle devam ederken, normal polis kıyafeti bir adam Ahmet’in yanına geldi ve Ahmet! Buradan git. Sana araba çarpar!
– Ahmet:
Olmaz! Beni buraya komutanım atadı. Seni dinleyemem. Görev ciddiyet işidir. Onun emri olmadan buradan bir adım dahi ayrılamam. Ağzındaki düdüğü iyice öttürdü. Kollarını açtı etrafa. Bütün arabalar durdu. Söförler şaşkın. kimisi emniyet kemerlerini bağlıyor. Kimisi ehliyet ruhsatını ayarlıyor….Trafik yoğunlaşmış, etrafa insanlar toparlanmaya başlamışlar. meraklı gözlerle, ne oluyor diye bakıyorlar…
Delinin halinden kim anlar ki… Sadece bir deli.
Polis akıllı adammış. Gün görmüş, mürekkep yalamış. Her şey zorbalıkla olmaz ki. Zaten herkes bir açığımızı bekliyor, görevden atmak için. kendi kendine konuşurken, birden; geçti Ahmet’in karşısına esas duruşta. Tekmil selamını verdi:
-Ben Genelkurmay Başkanı….. Bu sözleri duyan Ahmet durur mu. O da Polise döndü ve esas duruşa geçti ve :
-Emret komutanımmm.
-Askeerr! senin görev yerini değiştiriyorum ve Yeni görev yerin, Dörtyol Köprübaşı’ndaki park…Güvenlik açık kabul etmezzz… Koşar adım. Marş maarrşşş..
Ahmet yüksek sesle:
-Emredersiniz komutanım! Geriye döndü koşar adımlarla oradan ayrıldı.
Herkes şaşkın. Etrafa bakıyorlar. Acaba film mi çekiliyor. Sosyal bir deney mi var.
Bunları gören Hasanda şaşkındı. Köyden inmiş, şehri ve etrafı tanımaya çalışan bir öğrenci.
Meraklıydı. Merak ilmin başlangıcı. Dedikodunun da başlangıcı tabi ki.
Hasan aynı zamanda insan psikolojisi üzerine doktora tezi yapıyordu. Her olay, kişisel olsa da toplumsal derin mevzular barındırıyordu ona göre. Her olay ve olgunun altındaki sebepler araştırılıp, başka insanlarında zor durumlara düşmemesi için incelenmeliydi. Çünkü Çoğu durum Bazen ise trajikomik ve dramatik unsurlar olabiliyordu. Acaba neden bu durumlar yaşandı yaşanıyordu. toplumsal olarak Cinnet ve delilik en büyük problem olarak karşımıza çıkıyordu. hasan kafasındaki deli sorularıyla oradan uzaklaştı. Trafik rahatlamış ve büyük bir sorun akıllıca bir davranışla çözülmüştü.
Polisin davranışlarını olumlu görenler de vardı. Olumsuz görenler de. Zaten kimseden de yüzde yüz doğru veya yanlış beklenemezdi. İnsanlar sevdiği kişiye göre fikir ve düşüncelerini hep değiştirirlerdi zaten.
….
Akşam olmuş, güneşin ufukta bıraktığı kızıllığı, pencere önünde seyreden Hasan’ın, Parkta bir banka takıldı bakışları. Eveett…Evet oydu. Bugünkü gördüğü Ahmet adındaki deli, evlerinin yanındaki parkta, yanında birkaç sokak köpeğiyle oturuyordu. Hemen evden çıktı ve oraya gitti.
– Selamünaleyküm.
– Aleykümselam sen kimsin. Sen din adamı mısın?
-Hayır. Neden öyle dedin? Başka bana kimse selam vermiyor ki. Bir sigara versene.
-Sigara kullanmıyorum. ama çıkolata verebilirim.
-Olmaz!. Görev ciddiyet ister. Görev başında olamaz.
-Bir şey olmaz. Buyur. Afiyet olsun.
Çıkolatayı alırken Ahmet sordu: Sen Genelkurmay başkanından büyük müsün?…
-Hayır.
-O zaman git. Dinleyemem seni. Yanıma fazla yaklaşma. Görev ciddiyet işidir. Beni buraya o atadı. Burada nöbet tutuyorum dese de, Yanık Yanık türküler söylüyordu diğer yandan. Sonrasında ellerinin arasına başını alıyor. Hiç konuşmadan dakikalarca öyle duruyordu. Ne düşünürdü. Hayal dünyası, iç dünyası nasıldı bilinmez. Nasıl bu hale gelmişti. Çok garip! Her şeye rağmen sorumluluk duygusunu taşıyordu.
Hasan ne kadar konuştu ve soru sorduysa cevap alamadı ve ayrılmak zorunda kaldı yanından. Oysa bunu incelemek istiyordu. Sessizliğinin altında neler barındırıyordu bu adam. Üzgün şekilde ayrıldı oradan.
Yakınlarda olan Bakkal Ali’ye gitti. Oradan buradan konuşurken, Ahmet’ geldi konu.
-Sen deli Ahmet diye birini tanıyor musun? Hani yakasında gazoz kapakları, elinde tespihi olan, türkü söyleyen,… adam.
– He o mu? O bizim köyün delisidir. Söz dinlemez. Ama zararsızdır. Paraya pula değer vermez. sigarası olsun yeter. En çok sevdiği de köpeklerdir. Gece olunca bir kulübede yatar. Köpekler de oradadır kimseyi de yanına yaklaştırmazlar.
-Ahmet, doğuştan mı deliydi.
– Hayır, doğuştan değil. Sonradan deli oldu.
– Nasıl yani. Anlatır mısın bana Nasıl oldu bu iş.
-Uzun hikâye Hasan!.
– Olsun. Ben dinlerim . lütfen! Ne biliyorsan anlatabilir misin? Rica ediyorum.
Bakkal Ali başladı anlatmaya:
– O bir berberdi. Müşterisi de gayet iyiydi ve sevilen bir esnaftı. Dükkanına gelen herkese bağlama çalar türküsünü söyler öyle gönderirdi. Bir kavgayı ayırmaya çalışırken, kavga edenlerden birisi ölüyor ve bunu öldürdü diyorlar.. 36 sene ceza aldı. Ben yapmadım dese de ispatlayamadı. 12 yıl yattıktan sonra suçsuzluğu anlaşıldı ve dışarı çıktı. Ama sorunları da beraber gelmişti. Çevresi sahipsiz bırakmış ve iyice yalnızlaşmış. O da unutmuş birçok şeyi ve kimseye uyum sağlayamadı. Resmi işlerden çok bunaldı. Ailesi de bıraktı….daha bilmem neler işte….Sonra da kafayı yedi deyip kısa kesti konuşmasını.
Hasan bunları duydukça üzüldü
Oysa ne kadar çok derdi varmış adamın. Boşuna delirmemiş ki. İnsan dışarıdan bakılınca belli olmuyormuş. Derinliğine inmek gerekiyormuş Daha kaç insanımızı harcayacağız. Deli deyip geçeceğiz acaba!
Keşke tedavi ettirilse. Düzelmez mi acaba.
-Bilemiyorum. Devletin hatası. Devlet, tedavi ettirsin. Gerçi sağlık sisteminden de silinmiş önceleri. Saçma sapan işler işte!…. Hatta uzun dönem yaşadığını ispatlamaya çalıştı Garibim, içerden çıktıktan sonra. Rahmetli babası bunun haline üzülüyordu. Kahrından öldü adam. Hem tedavi olup ne yapacak ki. Akıllı olmak bu zamanda akla zarar. Deli olup her şeyi unutmak daha güzel belki.
Hasan ve Ali, konuşurken komşu Süleyman girdi içeri.
Biliyor musunuz. Bizim deli Ahmet, çıktıktan 8 yıl sonra, boşuna yattığı için tazminat kazanmış. Avukatı dedi az önce.
– Yazık! Boşu boşuna adamı deli ederler sonra da pardon derler. Nasıl ve neden bu hallere düştük biz.
Adalet … oy …oyyy…Adalet oy…
Delirdikten sonra, her şeyini kaybettikten sonra mı adalet….İnsan kaybolduktan sonra napayım be o adaleti…..
O anda kapı açıldı ve Ahmet girdi. Cebindeki 25 kuruşu çıkardı tezğeha bırakırken;
– Bir paket sigara, Birazda erzak lazım. Nöbet değişimi yapılacak. Gelen askerlerin yiyeceği yok. Acil olsun Vatan elden gitmesin…..Köpekler aç. Onlara da bir şeyler lazım. Biz önemli değiliz. onlar doymalı….diyordu ve türkü söylemeye başlamıştı bile.
…..
Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür
Yardan ayrılmışam bağrım delinir
Katip arzuhalım yaz yare böyle
Güzelim ey, birtanem ey, güzelim ey,
…..
– Bakkal Ali poşete doldurdu bir şeyler …. Hasan bu olayı daha iyi incelemek için, Ahmet’in arkasına düştü. Konuşmaya çalıştıysa da, Ahmet’ten sadece düşünmeyi, sessiz kalmayı öğrenebildi.
Her şeyi bazen sessizlik çözüyordu çünkü. Derdini anlatsan ne olacak ki. Dert dinleyenler daha fazla dert olmuyorlar bu hayatta…