İslam’da Ve Diğer Dinlerde Namaz ( Salat ) Nasıldır?
Kur’an’a göre ‘salat’ nedir?
Yüce Allah’ın, Arapların günlük dilde kullandıkları birçok kelimeye Kur’ân’da yeni anlamlar yüklediği ve yeni bir din dili oluşturduğu gözlenmektedir. “Salât” kavramı da buna bir örnektir. Kanaatimizce cahiliye dönemi Arapları, Ehl-i Kitaptan aldıkları bu kelimeyi İbranice ’deki anlamıyla “dua” anlamında kullanmışlardır. Salât kavramının anlam alanı farklı ayetlerle zamanla genişlemiş ve “rahmet, mağfiret, anma, sena, yüceltme, vergi, bereket, ihsan, yardım, destek, tazim” gibi farklı anlamları içeren bir terime, çokanlamlı bir forma dönüşmüştür.
Kur’an’da kullanılış biçimlerine baktığımızda ise, salât kavramının görev ve sorumluluk şeklinde bir genel anlam da kazandığı kanaatindeyiz. Bu genel anlam bünyesinde “salat” kavramının bütün alt anlamlarını toplamak mümkündür. Örneğin;
Salât kavramının, Allah ile ilişkilendirildiği ayetlerde; Allah’ın rahmeti, mağfireti, yardımı (2/157; 8/62; 33/43,56) vs. yaratılmışlar için yaratanın kendine yüklediği lütuftur.
Salât kavramının, Peygamber ve Meleklerle ilişkilendirildiği ayetlerde; “destek olmak, onlar için dua etmek” (9/103; 33/43,56) şeklindeki görev ve sorumlulukları içerisinde davranmaları anlamına gelmektedir.
Salât kavramının, İnsan ve cinlerle ilişkilendirildiği ayetlerde; “dua ve istiğfar” (24/41; 9/84, 103), “ta’zim, ibadet” (5/58; 8/35; 20/14; 107/4), “ibadethane” (22/40); “din ve dindarlık” (11/87), tabi olma, “yardım etmek (yardımlaşma), destek olmak (dayanışma)” (9/99,103; 33/43,56; 20/14; 75/31-32;), “namaz” (2/43, 83, 110, 238; 2/239; 4/101, 162; 5/12; 7/205; 11/114; 17/78; 24/58), “cenaze namazı” (5/106) gibi kulluğun gereği olan bir görev ve sorumluluk içerisinde davranmaları anlamına gelmektedir.
Salât kavramı, hayvanlarla ve diğer canlılarla ilişkilendirildiği ayetlerde ise; Allah’ın yarattığı fıtratlarına uygun hareket ederek “O’na yönelmeleri ve O’na tabi olmaları” (24/41) görev ve sorumlulukları içerisinde davranmaları anlamına gelmektedir.
Türkçede, Farsça kökenli olan ve “tâzim için eğilmek, kulluk, ibadet” anlamına gelen “namaz” sözcüğü kullanılmaktadır. Maalesef bu durum, ayet tercümelerinde ve salatın önemi anlatıldığında “salat” sözcüğünün diğer anlamlarının önüne geçmesine ve Kur’an’da geçen “salat” sözcüklerinin tek bir anlamı varmış gibi anlaşılmasına neden olmuştur.
Kur’an’da “Salat” sözcüğünün “ekimus salate = namazı ikame edin” ve “mukimines-salate = salatı ayakta tutarlar” şeklinde kullanıldığı yerlerde, 5 vakit kılmakla sorumlu olduğumuz namaz ibadetinden söz edildiği anlaşılmaktadır. Salât ile ‘ikâme’ sözcükleri 45 ayette birlikte zikredilmektedir. İbn Abbâs, namazı ikâme etmek; rükû, secde ve kırâati eksiksiz yapmak, tam olarak huşûyla ve Allah’a yöneliş haliyle eda etmek demektir, demiştir.
Namazın Tarihçesi
Kur’an’da; Âdem, Nuh ve İbrahim’den sonra namazı terk eden nesillerin geleceği (Meryem 19/59), Zekeriyya’nın namaz kıldığı (3/39), İsa’nın beşikteki mucizevi konuşmasında namaz vecibesine atıfta bulunduğu (19/31), İbrahim’in yanı sıra Lut, İshak ve Yakub’a namaz emrinin vahyedildiği (21/73), İsmail’in halkına/ailesine namazı emrettiği (19/55), Lokman’ın oğluna namazı hakkıyla kılmasını öğütlediği (31/17), İbrahim’in namazı yalnız Allah rızası için kıldığını söylediği (6/162), İbrahim’in kendisini ve neslini namazı dosdoğru kılan kullarından eylemesi için dua ettiği (14/40), Musa’ya Allah’ı anmak üzere namaz kılmasının emredildiği (20/14), Allah’ın İsrailoğullarından yerine getirme sözü aldığı görevler arasında namazın da yer aldığı (2/43,83; 4/162; 5/12; 10/87; 19/59) ve Meryem’in de namaz kılmakla yükümlü olduğu (3/42-43) söz edilmektedir. Ayrıca, “Onların üzerine mutlaka mescid yapacağız, dediler.” (18/21) ayetinde geçen mescid kelimesinden Ashâb-ı Kehf döneminde de namazın kılındığı anlaşılmaktadır.
Yahudilerde Namaz
Yahudiler namazı sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde üç vakittir. Cumartesi ve Kippur (büyük bağışlama bayramı) gününde de öğleden önce (musâf) ibadeti yaparlar.
Yahudilerin ibadeti Müslümanların namaz ibadetine benzemektedir. Onlarda da; başlangıç tekbiri, kıyam (ayakta durma), rükû (el avuçların dizlerin hizasına gelinceye kadar gövdenin eğilmesi) ve secde vardır.”
Bunun için de “toplanma, dua ve ibadet evi” anlamına gelen “Sinagog” inşa etmişler, dua ve ibadet esnasında da Kudüs’e yönelmektedirler. Ayrıca Yahudiler de su ile abdest aldıkları, su olmadığında ise toprakla teyemmüm abdesti aldıkları bilinmektedir.
Hristiyanlarda Namaz
Önceleri günde yedi defa yapılmakta iken daha sonra sabah ve akşam olmak üzere ikiye indirilmiştir. Sabah ve akşam ibadetleri papaz nezaretinde kilisede gerçekleştirilir. Süryanilerde ise sabah, öğle ve akşam ibadeti vardır. Bu ibadetlerde Hıristiyan Kutsal Kitabı’ndan parçalar okunur, ilahiler söylenir.
Pazar günü ibadetine katılmak Katoliklerde zorunludur. Pazar günü Evharistiya (Ekmek- Şarap Ayini) ile. Îsâ’nın manevi vücuduna iştirak edilmiş olunacağına inanılır. Bu ibadet, mutlaka kilisede papaz gözetiminde yapılır. Kutsal Kitaplarından (İncil, Tevrat, Zebur) parçalar okunur, ilâhîler söylenir, vaazlar verilir ve dualar edilir. Dualar yerlere kapanarak ve diz çökerek yapılır. Hıristiyan kiliseleri arasında Süryani Kilisesi hariç diğer kiliselerin ibadetleri arasında rükû ve secde yoktur. Süryanilerin dua ve secdeden ibaret olan ibadetlerinde İslâm’dakine benzer bir secde yer alır. Hıristiyan geleneğinde genelde erkekler ve kadınlar karışık olarak ibadet ederler. Fakat bazı doğu kiliselerinde ibadet esnasında erkekler önde kadınlar ise arkada yer alır.
İslam Öncesi Araplarda Namaz
İslâm öncesi Hicaz-Arap toplumunda İbrâhim (a.s.)’ın tebliğ ettiği tevhid dininin etkilerinin ve bazı ibadet türlerinin şekil ve mahiyet değiştirerek de olsa devam ettiği, Ebû Zer el-Gıfârî ve Zeyd b. Amr b. Nüfeyl gibi bu dine tâbi olan ve Hanîf diye isimlendirilen kimselerin Kâbe’ye yönelerek namaz kıldıkları belirtilmektedir.
Buna karşılık Cahiliye Arapları arasında muayyen bir namaz şeklinin bulunduğu ve “Onların (müşrikler) salâtı ıslık çalmak ve alkışlamaktan ibarettir” (8/35) mealindeki ayet de müşriklerin, Kâbe’nin çevresinde yaptıkları hareketleri ibadet sandıkları ve, kulluk ettiklerini zannettikleri anlaşılmaktadır.
İslam’da Namaz
Ayetlerle henüz farz kılınmadığı halde; Mekke’de inen ayetlerde namaz anlamındaki ‘salât’ kelimesinin ve türevlerinin yer almış olması bu ibadetin İslâm’ın ilk dönemlerinde mevcut olduğunu göstermektedir. Ayrıca nübüvvetin beşinci yılında Habeşistan’a hicret eden Müslümanların, Habeş Kralına, peygamberin kendilerine namaz kılmayı da emrettiğini söylemeleri Müslümanların namaz ibadetini erken dönemde icra ettiklerini teyit eder.
Kaynaklarda, İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren namaz ibadetinin mevcut olduğu ve beş vakit namaz farz kılınmadan önce sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit namaz kılındığı belirtilmektedir. Mekke döneminin ortalarında inen bazı ayetlerin (20/130; 40/55) bu iki vakit namaza işaret ettiği görüşünde olanlar da vardır.
Bir ayette namazın müminler için vakitleri belli bir farz olduğu belirtilmiş (Nisâ 4/103), kılınacağı vakitlere de Kur’an’ın kendine özgü üslûbu içinde değinilmiştir. Meselâ sabah (salâtü’l-fecr) ve yatsı (salâtü’l-işâ) namazları ismen zikredilirken (24/58) diğer vakit namazlarına işaretlerde bulunulmuştur. Rum suresinin 17 ve 18. ayetlerinde “akşam vaktine eriştiğinizde” ifadesinin akşam ve yatsı namazlarına, “sabah kalktığınızda” ifadesinin sabah namazına, “akşam üstü” ifadesinin ikindi namazına, “öğle vaktine ulaştığınızda” ifadesinin de öğle namazına işaret ettiği belirtilmektedir.
Ayrıca hicretten yaklaşık 1,5 yıl önce nazil olan İsrâ suresinin 17/78. ayetinde geçen “dülûkü’ş-şems”in öğle ve ikindiyi, “gasaku’l-leyl”in akşam ve yatsıyı, “kur’ânü’l-fecr”in sabah namazını ifade ettiği ve bu ayetten ile birlikte 5 vakit namazın farz kılındığı belirtilmektedir.
Namazın kılınış şekline dair Kur’an’da ayrıntılı bilgi verilmemekle birlikte çeşitli ayetlerde; abdest (5/6), kıble (2/144), kıyam (2/238), kıraat (73/20), ka‘de (3/191), rükû ve secde (22/77) gibi namazın bazı şartlarına ve rükünlerine işaret edilmiştir. Ayrıca yolculukta ve düşman tehlikesinin bulunması hallerinde namazın nasıl kılınacağı hususuna yer verilmiştir (4/101-103).
Yukarıda da belirttiğimiz ayetlerden de anlaşıldığı üzere, diğer peygamberlerin ve onların mensuplarının da namaz kılmakla mükellef kılınmışlardır. Bu itibarla Muhammed Aleyhisselam’ın peygamberliğinin ilk yıllarında, ayetlerle farz kılınmadan önce abdesti, namaz ve diğer ibadetleri ehli kitabı taklit ettiği yönünde de rivayetler vardır. Ayrıca namazın süreç içerisinde daha da şekil aldığı hususu ile ilgili de birçok rivayet mevcuttur.
Peygamber (a.s.) “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız” diyerek (Buhârî, Dârimî) namazların rekât sayılarını ve kılınış şeklini uygulamalarıyla gösterdiği; kendisine bu konuda soru soran bir kişiye, “İki gün bizimle kıl” diyerek onu uygulamalı olarak öğrenmeye yönlendirdiği rivayet edilmektedir (Müslim, İbn Mâce, Nesâî,).