Köpek ve İnsan…Şirin Ve Güler’in Dostluğu

Şirin ve Güler
Şirin ve Güler

Köpek ve İnsan…Şirin Ve Güler’in Dostluğu

Gece yarısını çoktan geçmiş. Uyuyan insanları, kurulan hayalleri bozmaya çalışan birkaç horoz sesinden başka ses yoktu. Köpekler de uykudaydı sanki bu gece.

Her haliyle sessizdi bu gece. Uyku yine gelmemiş, on yıllık evli olmasına rağmen, bebek sesi duymamıştı kucağında. 

Olmuyordu nedense çocuğu. Çok tedavi uygulanmıştı. Yine de sonuç yoktu. Bir gün Profesör, makine gibi net konuştu. Duygusuzca. Nereden bilebilir. Analık nedir. Ne değildir. Nasıl bir duygudur çocuksuz kadının hali.

-Kızım, boşuna çocuk için para harcama. Yüzde bir ihtimal ancak. Onun için de para harcamaya değmez. Bak sokaklara. Dışarılarda, anasız babasız büyümeye çalışan, yüzlerce, binlerce çocuk var. Sen onlara annelik yap. Sen  kısır  sayılırsın. Boşuna harcama zamanını enerjini.

Bu sözler yankılandı beyninde yine bu gece. Ne kötü bir gündü.

…Sen kısırsınnn….

…Çocuğun olmazzz…

 …Git sahipsizlere analık yappp…

Belki de bu sözler uyutmuyordu onu bu gece. Kocasına bunları söylememişti. Kimseyle de paylaşmamıştı. Biliyordu dertler paylaşılırsa azalırdı. Ama yapamadı işte. Aslında kocası sahip çıkıyordu ona. Kimse de çocuğun yok diye küçümsemiyordu onu. Evin büyükleri, ona kızları gibi davranıyordu her zaman. Ama her şeyden alınıyordu yine de.

-Kader işte. kederlenmeye ne gerek var. Güler koymuşlar adımı. Gülmeliyim. Her zaman gülmeliyim ben. Ama nasıl olacak bu?

Eltisi bu eve gelin geleli altı yıl olmuştu. Altı yılda üç çocuk vermişti evine. Bu kadın inadına  çocuk yapıyor. Bana inat yapıyor hep dedi. Sonra ise, kıskançlık yapıyorum galiba diyerek yanakları allandı düşündüklerinden. Ördek kazı, kadın kızı, benin gibilerde çocuğu olanı kıskanıyor. Ne yapayım elimde değil ki. Bu düşüncelerden kendisi de utandı. Allah’ım kıskançlıktan hasetten, gururdan kibirden sana sığınırım. Kötü zanda bulunmamalıyım.

Aslında, evde  herkes ona abla diyordu. O kıskanmasın diye, yanında kendi çocuklarını bile sevmiyorlardı.

 -Of Güler of. Amma da kötü düşüncelisin. Pozitif ol biraz, iyi düşün,  derken,  kendi kendine sessizce ağlıyordu. Kadın olmak zor, çocuksuz olmak daha da zor. Anne diyen çocuğu olsaydı. Onun okul hayallerini kursa, gelini, damadı, torunu olsa ne kadar güzel olurdu. Böyle Düşündükçe daha fazla ağladı. Geceydi. Hüzünlüydü.  Dertliydi. Dua edince,  Allah yardım eder, kullarının her işi yoluna koyar diyordu. Açtı ellerini. Kalbini avuçlarına koydu. gözyaşları ile ıslandı, istekleri.

“ Allah’ım sadece senden istiyorum. Nedenleri sebepleri sen oluştur, sonuçları sen  değiştirirsin. Dua et dedin, bak sana dua ediyorum. Ben senden çocuk istiyorum. Sen nasıl verirsin bilmem çocuğu. O senin meselen. Sen kısır anamıza, kısır olduğu halde çocuk verdin. İshak’ı verdin…  Övdükçe övdü  Allah’ı. bütün isimlerin hürmetine senden istiyorum. Ağladı, ağladı.  Âmin, âmin. Sen kabul et Allah’ım âmin.”

 Duasını biraz daha uzatacaktı.  Ama sarıkızın sesi duyuldu ahırdan. Bu ses normal değildi. Böğürme gibi, Ağlama gibi, haykırma gibi, imdat der gibiydi bu ses.

Sarıkız akıllı hayvandı. Geceleri hiç böyle ses çıkarmazdı.  Belki de hasta olmuştur. Belki yanında zararlı bir hayvan vardır. Belki hırsız girmiştir diye düşündü.

Bu sesten diğerleri de rahatsız olmuş ve herkes uyanmıştı. Sonra köpek sesleri geldi uzaktan ve yakınlardan. Evdeki çocuklar da uyandı.

-Cici anne!  Diye yanına geldiler Güler’in.

Sonra sıcak bir hava geldi. Arkasından, garip garip sesler ve  gürültüler… Mutfaktan, yatak odasından, çocukların odasından.  Gürültülere ve çocukların ağlama seslerine karıştı, büyükleri salavatları. Hepsi kendini dışarıya attı korkuyla. Güler, üç çocuğu nasıl kucaklayıp dışarıya çıkardığını anlayamamıştı.

 Sokaklar dolmuştu kısa sürede. Telefonlar, belediye anonsu, caminin minaresinden yapılan anonslar…

 Gölcük’te deprem olmuş. Buralar da etkilenmişti. Yıkıntı ve sallantı ondanmış. Çok yıkıntı yoktu etrafta. Evlerin içinde, düzensiz ve güvenliksiz konulan eşyaların kırılması dışında.

 Korku ve telaşın ardından herkes, sakinleşti sonra. Girdiler içeri. Çocukların odasındaki elbise dolabı, yataklarının üzerine düşmüş. Sadakaları varmış verilen dedi  Güler. İneğin seslerine uyanmışlardı çocuklar. Üç yavru birden giderdi. Allah korusun. mutfakta kırılan cam ve porselen eşyalar alınırdı zaten yeniden.

 Sabaha unutuldu çekilen korkular. Kırılan eşyalar kaldı sadece iz olarak. Acıyı yaşayan biliyor sadece. Ya kaybedenler…Kaybedilenler…O acıları yaşayanlar kalıyor geriye.

 Sarı ineği bir başka sevgi O günden sonra Güler. Çocukların kurtulmasını ona bağladı. Evdeki herkes te öyle biliyordum zaten.  Allah’a Hamd ettiler. Başlarına büyük bela gelmediği için. Ölüm ne kadar yakın. Bir anda her şey değişebiliyordu. Kurbanlar kestiler. Şükür için. Yasinler okudular.

 Evde olanların kaybolması, gitmesi an meselesi.

Yaşamanın ihtimali, ölümün ihtimaline eşit. Ne garip!  Allah’ım  Sen nasılda uyardın bizi diyordu ineği tarlaya götürürken. Güler kendisi ile mi, inek ile mi konuşuyordu bilmiyordu aslında.

-Sarıkızım, sen benimle geldin bu eve. Sekiz yavrun oldu hiç birisi yanında yok. Ne garip dünya  değil mi? Benim olmadığı halde üzülüyorum, senin olduğu halde, yanında yok. Belki sen benden fazla üzülüyorsundur. Konuştukça konuştu onunla. Dilini anlamazdı belki ama hissederdi diye düşündü. Gözlerine bakınca anlıyordu boşa konuşmadığını.

 Köyün az ilerisindeki Fındık bahçesine bıraktı ineği. Irmak kenarından geliyordu. Hava sıcaktı. Irmağın serinliği çarpıyordu yüzüne. Irmağın akarken çıkardığı ses yüreğini, serinlik yüzünü rahatlatıyordu. Belki de öyle düşündü. Oturdu kenara. Uzattı ayaklarını, serinliği hissetti ta iliklerinde. Etrafı incelerken bir inleme sesi duydu. Sol tarafına baktı bir şey yok. Kalktı ayağa, uzaklara bakındı. Azıcık gezindi etrafta. Geniş bir ovaydı burası. Irmak kenarlarının çoğu da büyük büyük taşlarla çevriliydi. Sağ tarafına döndüğünde,  İnleme seslerinin, kayaların oradan geldiğini anladı. Korktu.  yavaşça yaklaştı. Gördüğüne inanamadı. Yaralı bir köpek. Kulaklarındaki küpeye bakılırsa kısırlaştırılmış. Ayakları bağlanarak ölüme terk edilmiş. Korkardı köpekten. Bu defa korkmadı.  Yaralı köpek gözleri ile yardım istiyordu. Kim demiş köpekler ağlamaz. Yaşlarını görebiliyordu göz kenarlarında. Hırkasını çıkarttı üzerine koydu onu. Ana şefkatiyle kucakladı ve götürdü eve.

Merhamet  çok farklıydı. İnsanı insan yapan temel duygu değil miydi merhamet…Sen ne güzelsin ey  acımak!

 Adını şirin koydu. Küçük yapılıydı. Yaralarını temizledi. Tedavi etti.

 Güler’i böyle görenler deli diyordu.

-Çocuğu olmayınca ne yapsın köpeklere analık yapmaya başladı…

 -Zavallı kadın.  Hiç mi işin gücün yok senin. Boş işlerle uğraşıyorsun? Deseler de, Güler bunların hiçbirini duymadı.

Günler günleri kovaladı. Şirin iyileşti. Toparlandı. Parladıkça parladı tüyleri. Geceleri ben bu evin sahibiyim der gibi gür havlıyordu artık. Evdekiler de onu kabullenmişti artık. Güler nereye giderse , o da oraya giderdi.

Vefa duygusunu ne güzel bilirdi hayvan dediklerimiz.

Güler şehre gittiğinde, köyün dışına kadar onu takip eder, O gelene kadar da orada beklerdi.

 Günlerden Cumaydı. Güler, evdekilere:

-Rahatsızım bugün. Doktora gideceğim dedi. Hazırlandıktan sonra da, köy arabasına bindi ve gitti. Şirin ise köy çıkışındaki köprüye kadar onu takip etti.

 Geri döndüğünde Güler çok farklıydı. Yüzünde güller açıyordu, o gülleri görüp te anlamamak mümkün değildi.  Evdekilerden de kaçmadı bu farklılık. Ama birşey de sormadılar. Güler’ her şeyi değişik artık. Bakış açısı, konuşmaları çok farklıydı. İyice duygusallaşmıştı diğer taraftan.

Evdekilerin meraklarına artık cevap verilmeliydi. sofra başında söylendi sebebini. Köy yeri burası. herkes sofra başında olur. her şey orada konuşulurdu.

 Güler hamileydi. Bayramların en güzeli yaşandı o gece evde.

 Veren Allah olunca ne diyebilirsin. Üç yıl geçti aradan ikiz oğlu oldu. 

Yine doktordan geldiği bir gündü. Ama düşünceli bu defa. Gece gibi sessiz. Ay yok. Yıldız yok.  Zifiri karanlık gece. Geçmişi, bugünü ve geleceği aynı anda yaşıyor şimdi. Öyle acı ki, doktorun söyledikleri, nasıl anlatsın. Yavrularına sarıldı. Onları öptü kokladı saatlerce. Kimseye de bir şey söylemedi.

 Sabah, Şirinin yemeğini, ahırdaki sarı kızın otunu, verdi. Üzerini değiştirip eve geldi. Eşi Osman’ın uyanmasını bekledi başında. Çocuklarını düşündü, eşini düşündü, kendini düşündü beklerken. Yıllarını beraber geçirdiği adam uyuyordu. Ne güzel uyuyordu. Belki de en güzel rüyada idi. Söylese mi, söylemese mi ona. Kararsız kaldı. Öğrenecekti zaten hepsi bir gün. Günden güne eridiğini anlamazlar mıydı? Neyi nasıl saklayabilirdi. Anaya babaya hasretti kendisi. Yetim büyümüştü. Çocuklarının odasına gitti tekrar. Okşadı, okşadı, öptü, kokladı onları. Ne yapsın. Gülmek ve ağlamak kardeş. Ben hep ağladım. Sonra güldüm.  Kader diyelim. İyi dua etmedik demek ki. Hayırlısını istemedik belki de. Bencillik mi yaptık duamızda. Şimdi ne yapayım ben. Uzunca düşündü ve kimseye birşey demedi.. Uzun sürmedi bu sır. Önce eşine, sonra da evdekilere söyledi. Çocuklar bilmesin, anlamasınlar, büyüyünce anlatırsınız. Anneniz  sizi çok sevdi dersiniz.

Hüzünlü kara bulutlar çöktü üzerine evin içine. Onca yük vardı şimdi evdekilerin omuzlarında. Bir uluma sesi duyuldu şirinden. Anlaşılan o da anladı yalnızlığın acısını. doktora gittiği gün kanser olduğunu öğrenmişti. Bu illet her tarafına yayılmış bir kaç ay günü olduğunu söylemişti doktor. İki aya kalmadı. Evin önünde bir tabut. Üzerine bir eşarp, yanında Şirin duruyordu. Cenaze toprağa verildiğinde, Şirin yine oradaydı. Sonraki birkaç gün daha, hiç ayrılmadı oradan. Şirin, sonra kayboldu ortalıktan. Ne olduğunu bilen de yok.

Yalan değil ise; köyün çobanı dağda Güner ile Şirini birlikte görmüş. Çok mutluymuş.  

Çoban:

-Bu sırrı kimseye anlatmadım. Yıllarca sakladım içimde. Ama artık dayanamaz oldum. Sırlar derttir insana…

Çocuğu olmayan kadınların, Gülerin mezarı başında dua ederken onlara anlatmıştı  çoban. Kendi ölümünden bir gün önce.

 

Şu Yazıya da Bakabilirsiniz

Keder'i kader yapan insanlar, ölüyor ve öldürüyordu...  

Ah Be Süslü! Sen Neler de Çektin Bu Hayattan.

Ah Be Süslü! Sen Neler de Çektin Bu Hayattan… Kendiliğinden biten ama yemiş vermeyen birkaç …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir