Hikayeler, masallar çocukluğumuz en güzel yerleridir. Büyüsek de güngörmüş birilerini dinlemeyi belki bunu için çok severiz haala.
Yerli ve yabancı o kadar hikayeler vardır ki, evrenselleşmiştir bunların çoğu. Belki dünyanın her yerinde doğruluk dürüstlük adalet eşitlik özgürlük, çaliskanlik…. aynı tanımları taşıdığı içindir.
Lefonten’i bilmeyen yoktur. Karınca ve Agustos Böcegi hikayesi meşhurdur. O hikayede Karınca hep çalısır didinir , helalinden kazanır, Ağustos Böcegi de yazin hep eğlenir, gezer ve kışın hep karıncaya muhtac olur. Ama devir galiba degişmistir.
Zaman Odur ki;
Mevsim kıstır. Buz gibi her taraf. Karınca dediğimiz gariban işçi ve çalışanlar, mütevazi evinde çayını demlemiş içmektedir. Sobası gürül gürül yanarken, şeherlinin löküs yerlerde yediği gostilini ( fırında patates) yemektedir. Hanımıyla da gelecek yılın ürünü ile ne yapılacağını konuşurlar diğer yandan. Ev, çoluk çocuk, mutfak masraflarını konuşurken, faturalardan konu gelince çaylarını sıcak yudumlarlar. Acı acıyı bastırsın diye. Sonuçta kimseye muhtaç değildirler. Yeteri kadar arpa, buğday, yiyecek ve odun stokları vardır.
Güzel güzel düşünür ve keyif yaparlarken kapı zili çalmasın mı.
-Bu saatte kim olabilir Hanım!
-Kim olacak herif! Bizim yaz boyunca tembel tembel gezip dolanan ağustos böceğidir. Yine bir şeyler isteyecektir. Gariptir. Koma dışarıda. Sevaptır.
Karınca da öyle düşünür kırk yıllık komşusu. Gece vakti yine de sorar açmadan. Kim o?
-Benim ben! Komşun Ağustos böceği !
Karınca, içinden, eyvah ! Yine gitti biraz birikintimiz dese de açar kapıyı. Açmakla gözleri yumru patates gibi açılmıştır gördükleri karşısında.
Ağustos böceğinin üstünde vizon bir kürk, saçları jöleli. Gözlükler İtalyan, gece de olsa başında. kolunda rolex saat,ayakta geceyi aydınlatan ful deri bot. Siyah takım elbise, ayakta beyaz çorap. Yolda kırmızı bir Rolls Royce bir araba, yanında üniformalı bir şoför. Arkada 2 , önde 1 siyah mecedesli koruma arabası….. Dalgınlaşan karıncayı ağustos böceğinin sesi uyandırır.
Komşum iyi misin . Dalgınsın sanki…..!
Hoş geldin. Buyur gel fakirhanemize.
Yok gelmiyecem. Çok zamanım yok. Bir seyahata çıkmıştım. Buralardan Malezya’ya kadar uzandım, oradan Seychel adalarına geçtim. Biraz tatil yaptım. Bu hafta döndüm. Merkez Bankasına biraz para yatırdım çektim, birkaç ithalat- ihracat işi vardı onları hallettim. Dünde ihaleler vardı onları aldım. Birazdan Paris’ e geçeceğim. Bizim Maximis’in yemeğini çok özledim. Orada birkaç moda fuarı var. Onlara katılacağım. Bana yıllarca yardım ettin. Bir sorayım dedim. Oradan bir arzun bir isteğin var mı?.
İyice şaşkına döner karınca. Nasıl olur iş güç yetenek, eğitim yokken kısa zamanda zenginlik ….diye düşünürken komşusunun sorusu aklına gelir ve der:
Evet. Madem fransa’ya gidiyorsun bir isteğim var. Orada La Fonten diye bir herif var. Masal yazarı. Onu bul ve Onun gelmişine, geçmişine, kendisine ve yedi sülalesine benden selam söyle.
Fıkradan Anladıklarımız:
- Emek ve zaman harcamadan kazananlar çok olsa da, bizler emeğimizin dışındakilere rağbet etmemeliyiz.
- Hak ve hukuk çiğneyenlerin er veya geç bedel ödeyeceğini bilmeliyiz. Ki en büyük bedel de vicdani rahatsızlıktır. Huzursuzluktur.
- Eğitim ve öğretim çok para getirmese de, Geleceğimizin teminatı olduğunu bilmeliyiz.
- Çalışmayanın çok kazandığı bir sitem nasıl insanidir adaletli olabilir. Sorgulanabilir.
- Hikaye ve masallar günümüz dünyasında ne kadar geçerlidir.
- Hayatın tek gayesi zenginlik, makam ve mevki olmamalıdır.
- Helalinden kazanç her zaman huzur ve mutluluk kazandırır.
- Kolay yoldan fazla miktarda kazananları gören insanlar, toplumsal ayrışmayı hızlandır. bu insanlar toplumda huzursuzlukları da beraberinde getirir.