Rize’den Çıktım Yola, Ordu’da verdim Mola Döndüm geri Yola

Rize’den Çıktım Yola, Ordu’da verdim Mola Döndüm Geri Yola

Demogoji nedir diye sözlüğe baktım.  Yaş kemale erse de öğrenmek ölene kadar derdi büyükler. O açıdan öğrendim yeni şeyler.

Şöyle diyordu sözlük: Bir kişinin veya topluluğun duygularını kamçılamak, ya da okşamak ,bir kişi yada halka gerçek dışı şeyler söyleyerek  onları kendine çekmek için her şeyi demektir.

Laf canbazlığı yapmak ta denir. Demogoji için; Lafla kandırmanın ince sanatı da diyebiliriz

Demogoji, tutkuları harekete geçirir. Korkuları öne çıkarır.  Demogajide her zaman anlatan değil; ‘’ diğerleri’’ suçludur. Hayali bir etken, mutlaka bir düşman olmalıdır.

Kavgalarla yorulmalı dinleyen…

İyi de bunu öğrenmek bana ne sağlar ki diyebiliriz.

Çok şey sağlar. Hep kandırılmaktan yakınmıyor muyuz hayatta….

Yalanlardan şikayetçi değil miyiz?

Hayallerimiz, ideallerimiz, inançlarımız, güvenimiz, Bakire duygu ve düşüncelerimiz sömürül müyor mu?

Bir kadının / erkeğin duyguları okşanarak neler yapılır ve sonuçta neler olur herkes bilir…

Tanımı ezberlemek, Onu biliyorum demek değildir. Güzel konuşmayı / yazmayı da bilmek gerekir. Bunların yerini ve zamanını da iyi ayarlamak gerekir. Muhatabını ince ayrıntılarına kadar gözlemlemek gerekir. Kelimelere dikkat etmek gerekir.

İnsanları etkilemek için;  hitabeti, etkileme sanatını, mimiklerin kullanımını, muhatabımızın sosyal durumu da, kişinin/ halkın gündemi de bilmek gerekir.

Neden marşlar türküler ilahiler bestelenir ?

Hiç düşündük mü? Duygulara çok erken karıştığı için olabilir mi?

Neden bir soru veya soruna ciddi cevabı olmayanlar, hadi şu marşımızı söyleyelim, bu türküyü çığıralım, o ilahi ile şevke gelelim der ki….

Duygularımızı ‘’full’’ yapıyorlar sonra klavye delikanlılığı…

Şişeleri devirirken, taşları dizerken…bir bakmışsın Köroğlu olmuşuz, Karacaoğlan olmuşuz, Leyla Mecnun olmuşuz…yetmedi mi !  Haydi sokaklar inelim. Çöller vuralım rumuzu… Dağları mesken yapalım…

Sonuç:  Yorgunluk..küsmüşlük…hayallerin vedası…Ve bitmişlik….

Bizlere ‘’Tavşan kaç,tazı tut’’ gösterisi yapanlar acaba arkadan neyi götürüyor. Hangi gerçeklikleri yaşıyor? Yaşatıyor.

Bizlerin duygularını ‘’full’’ yapanların düşüncelerini hiç sorguladık mı?

Bir fıkra vardır ya!

‘’Ali ile Veli iyice kavga edip, dövüşmüş. Yorgunluktan yerde uzanırlar.

Ali Veliye seslenir:

  • Veli burada ikimizden başka kimse var mı?
  • Yok
  • Madem bizi ayıracak kimse de yok. Anlayacağın bizim bizden gayrı kimsemiz yok. Şimdi barışalım. Başkalarının olduğu yerde kavgamıza devam ederiz…’’

İşin aslını bilmek gerekir.

Aforizmalara dikkat etmek gerekir.

Her seviyorum diyene, bedenimizi, ruhumuzu, hayalimizi, ideallerimizi okşatmamak gerekir…

Galiba Demogogları tanımak gerekir.

Zaman odur ki

Rize’de  ikamet eden Cingöz Şakir, İstanbul’da bir suç işler. Cingöz Şakir  18 yıl sonra Rize’de yakalanıp, İstanbul’da hakim huzuruna çıkarılır.

Hakimin, anlat bakalım Cingöz. Olay nasıl oldu sorusuyla başlamış anlatmaya:

  • Hakim Bey! Ben balıkçılık yaparım. Kurallara uygun yakalarım. Denizi süpürerek yumurta ve yavru yataklarını yok etmem. Ocak ayıydı. Rize’den gemiyle çıktık yola. Yolda baktık bir farklı gemi kaptanı yamuk bakıyor bana. Trabzon limanında verdik mola. Tam kavgaya başlayacaktık ki, başladi denizde bir kıyamet, alabora. Yazuktur! Çoluk çocuk ve garıya! Döndük Rizeye….
  • Sonra ne oldu.
  • Fırtına dinince tekrar çıktık yola. Trabzon, Giresun derken Ordu’da verdik mola. Tam geliyorduk. Bu defa çıkmış memlekette bir kavga.  Döndük geri. O kadar emek verduk olmasun heba.
  • Evladım sonra ne oldu. Devamını anlat.
  • Kavga işlerini çözdükten sonra tekrar bindik gemiye. Trabzon, Giresun, Ordu Samsun derken Sinop’ta verdik mola. Sahilleri zenginler almış, yüzeyum dedim. Biz yerler kalmış bağa.Tam o zamanda haber geldi. Döndük geri. Bizim hanım hamile kalmış altıncı çocuğa.
  • Hakim iki saattir anlatılan hikayelerden bunalmış, İşin aslından, konu uzaklaşıyor. Sinirli bir şekilde:

Cingöz Şakir. Limandan limana geçiyorsun. Her seferinde Rize’ye dönüyorsun. İlk Rize’den ayrılalı altı ay oldu. Gel artık şu İstanbul’a da, olay nasıl oldu onu anlat!

Cingöz Şakir Hakime döndü. Mahsunlaştı. Boynunu büktü ve dedi:

İsteyisun ki, hemen geleyim İstanbul’a. Ha bu salonda da okuyasun Canuma ….!

Fıkradan Anladıklarımız

  1. İşin Aslını değil, hikayeleri anlatanlara dikkat etmek gerekir.
  2. Hayattaki oyalama taktiklerini bilmek gerekir. En önemlisi de, kandıranlar,Gerçek soru-sorunla değil, duygulara oynarlar
  3. Suçlu er-geç cezasını bulur
  4. Önce güzelce yoruluyoruz, sonra iyi hissettirene aşık oluyoruz. Gariptir ki ikisini de aynı kişiler yapar.
  5. Bir olayın özüne inmeden yapılan her açıklama karşımızdakini bıktırır.
  6. Yorgun beyinler sorgulamaz
  7. Hakikat detaylarda gizlidir. Detaylarda kaybolmadan bulunabilir.
  8. Akıl, en iyi yol gösterendir.
  9. Duygu yönetimi, gerçekleri perdeleme bir sanat ve beceri ve de bilimsel yöntemler kullanılarak yapılan bir iştir.
  10. Demogoglar kısa vadeli sonuç üretir. Çünkü yorgun olanları tanımıştır.
  11. Her alkışlanan doğru değildir.
  12. Sorgulamayanlar, ağlar
  13. Yersiz ve zamansız öten horozu keserler

 

Şu Yazıya da Bakabilirsiniz

Konuşursam Varım!

Konuşursam Varım! Değer dediğimiz nedir acaba! Değeri belirleyen; Konuşmak mı? Ses mi? Söz mü? Düşünmek …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir