Tosun Önemli! Aç Bırakılan Öğrencilerden!

Aç Bırakılan Öğrenciler
Aç Bırakılan Öğrenciler

Tosun Önemli! Aç Bırakılan Öğrencilerden!

Hüseyin: Hocam buyrun birlikte yiyeli.

Öğle yemeği yemiyorum ben Gençler. Siz devam edin.

-Ama hocam olmaz ki. Biri yer, diğeri bakar kıyamet öyle kopar derler.

-Sebebi var Gençler.

-Hocam ne sebebi olabilir yemek yememenin. Gayet sağlıklısın. Fazla kilo sorunun da yok.  Varsa bilmemiz gereken bilelim Biz de yemeyelim hocam.

….

Yıllar önceydi. Bir öğlen sonrası ilk görev yaptığım yerde şahit olduğum bazı durumlardan sonra öğle yemeği yemeyi bıraktım.

-Nasıl yani !

Şöyle ki; Bir gün okul sonunda, oralı olan Yusuf Emmiyle köyün üst tarafında olan, dağa çıktık. Kara taşlarla  örtülü Karadağlar.  Sakız ağaçları, meşe ağaçları  kesileli, çıplak bir sıradağ halinde kalmış ve uzanıyordu Gaziantep ve Adıyaman arasında. Terör hareketleri sebep gösterilerek ormanlar yok edilmiş. Sağımıza ve solumuza doğru uzayıp giden volkanik taş yığınları var sadece .Köyün suyunu karşılayan su deposu köyün zirvesinde. Önünde düzlük bir alan. Orada oturuyoruz.

Karşımızda köy, ileride pamuk tarlaları, buğday, arpa, kavun, karpuz tarlaları. Ve bu ovayı ikiye bölen Karasu ırmağı.

Ovanın ortasında bir ilçe. Şehirleşme kültürümüzün garip bir örneği. Nedense verimli yerlere, ev yapmayı, şehir kurmayı maharet bilmiş yönetim sistemini, kim, neden, niçin sorgulayabilir ki. Büyükler hep iyisini bilir mantığı!!  Dağların, tepelerin eteklerinde mezralar, köyler. Aralarda yetişen tek tük fıstık ağaçları ve ardıçlar…

Buraya geleli neredeyse 6 ay olmuştu. .

Sizin gibi Yusuf  Emmide sordu. Hocam neden öğle yemegi yemiyorsun diye. Uzun süre konuştuk orada. Ben anlatıım. o dinledi. size de anlatayım dedi. Anlattı ve gitti Hoca. 

Hüseyin, günlerce hocanın sözlerine takılmıştı. İçli çocuktu. Onun konuştuklarını sesli düşünüyordu artık. Hoca yaşamamış kendisi yaşamıştı sanki olayı . Bir akşam, aldı kağıt kalemi, ben bunun hikayesini yazayım dedi ve yazdı.

…..

”Olmuyor, olmuyor. Bürokrasinin hantallığı, devamlı yazılan ama sonuçsuz kalan resmi yazılar… Her zaman resmiyet olmuyor Emmi. Neden, neden? Resmi yazılar neden insanlığın önünü kesiyor. Böyle mi olmalı?

-Öyle hocam. Devlet bu. Devlet kurallar bütünüdür, değişmez. Her zaman on sekizlik delikanlı gibidir. Öyle de olmalıdır değil mi?

-Ne kadar güzel. Ancak, devlet adına bürokrasi denilen hantal yapı, çocuğun aklını taşımasın. Devlet dediğimiz bürokrasi biraz büyüsün. Olgunlaşsın, teamüllerini ve insanlığını kaybetmesin. Birazcık duygusal olsun. Duygusuz olmasın. Elbette kurallar olacak. Olmalı da. Konuşuyordu böyle. Dertliydi Hoca.

Arkamızda çıplak Kayalar, aralarında yer yer filizlenmeye çalışan otlar başını uzatmaktan korkmuş, yazın sıcağı bizi yakar diye.

-Ah hocam görmüş olduğun bu dağlar çıplak değildi eskiden. Çok ağaç vardı bu dağlarda. Meşe ağaçları, sakız ağaçları, yaban mersini …Yani maki adını taşıyan birçok ağaç çeşitleri vardı. Ormandı anlayacağın buralar. Terör barınmasın diye kesilmesine izin verildi. Tabii ki resmi değildi, gayri resmi. Göz yumuldu kesilmesine. Kestikçe kesti köylüler. Biz de kestik. Kendi ciğer bağlarımızı kesmişiz. Nimetmiş. Ziynetmiş ağaçlar. Çok geç anladık Hoca. Şimdi bir ağaç resmi görsek, altında piknik yapmak için başımızı uzatıyoruz. Bu arada sen, çok kafaya taktın. Elin çocuğunun aç olup olmaması sana ne derken başını eğdi. Çünkü elin çocuğu derken, onun da iki çocuğu okula gidiyordu.

Yusuf Emmi böyle konuşarak aslında kendine de teselli veriyordu. O da biliyor. Çöpe gideceğine çocuklar yese daha güzel olacağını. Ben köye geldiğimde, devlet yüz otuz kişilik yemek veriyordu  okula. Otuz öğrenci bu köyden idi ve bunlara yemek verilmiyordu. Gelmeyen ve devamsızlık yapanları da sayarsan, elli kişilik ekmek, yemek rahat artıyordu günlük. Çok şey değildi istediğim. Fazla yemek var, ekmek var. Bunları da bu köyün çocukları yesin. Çocukların bu köylüsü, şu köylüsü, zengini fakiri, taşımalı öğrenci, taşımasız öğrenci olmaz ki. Sonuçta hepsi çocuk bunların.

Emmi Hüseyin Müdürle konuştum. Bana diyor ki:

-Olmaz Hoca, devlet ne dediyse o. Başkası yiyemez. Hademe Yaşar körükledi müdürü.

-Yasak hocam yasak. Asarlar bizi. Kanunlar var, kurallar var. Devlet ne dedi ise o. soruşturma geçiririz. Şikâyet   olur ise, mahvoluruz. Ondan sonra, hayat boyu uzun havası  söyleriz, elimiz kulağımızda neden kurallara uymadık diye.

-Hocam o zaman izin alalım olmaz mı? Resmi olsun her şey. Sonuçta çocuklar yiyecek bunu.

Müdür:

-O zaman resmi yazı yazalım. İzin verirlerse kabul. Yoksa ben inisiyatif kullanıp çocuklara veremem.

Resmi yazı yazıldı. Müdür Hüseyin mührü aldı. Mürekkebe sürdü. Ağzına yaklaştırdı. Açtı kalın dudaklarını. pooh yaptı, bastı kâğıdın üstüne. Yanına isimle imzasını yerleştirdi. Yazı, ilçe, Ankara git gel 3 ay sonunda cevap geldi. Yazı aynen şu:

“Devlet sadece taşımalı öğrenciye yemek verir. Bu yemeği ve ekmeği başkasına vermek ilgili kanunun… Şu maddesine göre suçtur. Devlet somut kurallar bütünüdür. Asla duygusallık kabul etmez şeklinde devam ediyordu.

-Emmi ben bunları biliyorum zaten. Ben istedim ki, fazla yemekler çöpe gideceğine çocuklar yesin, zaten fakirler. Çocuklar aç kalıyor desem de yalnızım. Resmi yazılar kadar yalnızım. Müdür, hademe bu devlet böyle uygun gördü deyip yemek ve ekmeğin fazlalığını çocuklara vermiyor. Bu bana ağır geliyor. Senin Hademe kadar yetkin yok.

-Hademe deyip geçmeyin. Devlet dairesinde hademe, temel direktir. Bizim hademe her gün evine yaklaşık otuz ekmek, birkaç kazan da yemek götürüyor. Okul müdürü Hüseyin ile evleri yan yana. Komşu bu beyler. İkisi de besici. İkişer danaları var. Birer eşek ve köpekleri. Eşekleri öyle semizdi ki, kuru fasulye nohut ve makarnaları yiyince iyice beslenmişler. At yarışına  katılsalar, eşekliklerine bakmaz dörtnala yarış ederler. Bir anırması vardı ki, bütün notaları kullanıyorlar sanki.

-Valla öyle sahibimiz olsa biz bile anırırız deyince ikimizde güldük ağlayacak durumumuza. Biliyor musun emmi, geçen gün ne oldu.

-Hayırdır Hoca ne oldu ki.

-Öğle yemeği için lojmana gittim. Kedilerin doyması lazımdı.

-Kediler nereden çıktı Hoca.

-Hiç sorma. On gün önce, iki gün arayla poşetin içinde, pencere demirine bağlamışlar. Geceleyin poşetin kıpırdanmasını görünce korktum. Siyah poşetin içerisinde garip sesler çıkaran, bir hareket vardı. Korktum. Yılan var sandım. Çocuklar her şeyi yapar. Zamane kuşağı bunlar. Ne yazık ki kedi yavrularıymış. Az daha havasızlıktan ölüyorlarmış zavallılar.  Onları sahiplendim. Eğittim. Tuvaletlerini bile dışarı çıkıp yapıyorlar. Geceleri de beni uyandırıyorlar ki, kapıyı açayım. İşte o kedilerin yemek yemeleri lazım. Ben de yiyorum onların sayesinde yalnız yemek yenmiyor bilirsin. Bekârın iki kutsal yemeği var. Makarna ve melemen.  Bizim ki de o hesap anlayacağın. Makarnacı oldular onlar da  benim gibi. Sofrayı kurdum birlikte yemek yiyoruz. Bir ara mutfağa geçtim. Çocuk sesleri geliyordu. Okulun çevre duvarları üzerinde iki çocuk konuşuyorlardı. Duyduklarıma ve gördüklerime inanamadım. Kırmızı naylon çizmeli çocuk, saçları üç örgülü pantolonu yamalı diyor ki arkadaşına:

-Bizim evde kimse yoktu yemek yiyemedim.  Yiyecek bir şey de yoktu. Biraz bulgur aldım. Al deyip, arkadaşına uzattı çiğ bulguru. İyi oluyor dedi biraz sert ama ağızda yumuşayınca sertliği geçiyor. Arkadaşı da aldı sevindi.

Paylaşmak güzel idi ve güzellikler getirir idi insan olana. Saçları dağınıktı örgüsünün birisi bozulmuş, kulağında iplikten bir küpe olan diğer çocuk:

-Bizde de kimse yoktu. Ben de makarna aldım. Bir makarnayı ağzına aldı. Bak böyle de düdük oluyor derken üfledi. düüt ! diye ses çıkardı. Suyu da çeşmeden aldım. Daldıra daldıra yiyorum. Yiyorum derken bir avuçta cebinden çıkartıp, arkadaşına da uzattı. Al sen de bunları ye dedi.

Çocuk olmak ne güzel. Acıları bile gülümsetmesi, olumsuzluklardan oyun çıkarması, insan olabilmenin, saf kalabilmenin güzelliğiydi belki de. Bulgur ile makarna fakirin aşı. Bulgur ile makarna, çiğ halde öğrencinin aşı. Bulgur ile makarna, geleceğin büyüklerine iyi bir aşı. O sırada kediler sofradaydı. Kedileri görünce çocuklar, duvardan inip bir katlı olan lojmanın camına tırmandılar.

-Aa!  Beş tane kedi. Keşke biz de kedisi olsaydık öğretmenin.  Karnımız doyardı belki,  diyorlar idi.

-Utandım emmi. Kendi adıma, devletim adına utandım. İnsanlık adına utandım. Hademenin ya da müdür beyin eşeği olsalar, ya da tosunu olsalar, olmadı kapılarındaki köpek olsalar doyacaklardı. Üstelik çok da neşeli olacaklardı çocuklar. Ama bunları onlara diyemedim. Saklandım utancımdan, beni görmesinler düşüncesiyle

Yusuf emmi:

-Sizin  hademe Bakkal Kerim2e, günlük yirmi ekmek satıyormuş. Parasını da müdür bey ile kırışıyorlarmış öyle duydum. Köyde de böyle konuşuluyor. Kerim de aynısını söylüyor. Ucuz veriyorlarmış, Fırından ekmek almıyor bakkal.

-Resmi yapıyorlardır emmi1! Düşünsene, ilçede on sekiz okul var. Yüzlerce öğrenci. Ne yemekler ne ekmekler artıyordur.

Biz dağdan iniyorduk. İkindi ezanı okunuyordu. Önde ambulans  arabası, arkada jandarma arabası ve ezan. Sesler birbirine karışmıştı. Merak ettik hayır olur inşallah. Acaba bir olay mı var. Aşağı inince öğrendik. Müdür Hüseyin’i köpek ısırmış. Eşek de oradaymış. Eşek ürkünce, müdürü tekmelemiş. Adam yerde yatıyor. Komşusu hademede,  müdürün yanına giderken merdivenden düşmüş. Olay ilçeye farklı anlatılınca, kavga var  sanılmış. Jandarma Onun için gelmiş. Ambulans ta yerde acıdan kıvrananlar için. On gün sonra hademeyi ziyarete gittim.

-Geçmiş olsun dedikten sonra, Müdür ne yapıyor, nasıllar dedim. Hastanedeymiş. Kuduz aşısı oluyormuş,yarası da derinmiş. Ya sen nasılsın. Kötüyüm dedi ve ekledi:

-Bacağım üç yerden kırılmış. Anlayamadım Hoca. Bir yerlerde haram var ama bulamadım. Nerede yanlış yapıyorum, yaptım düşünüyorum bir türlü bulamıyorum derken eşeğin anırması sesini kapattı.

Ben bir şey demedim. Ama çocuklar müdürün değişmesine, okula gelmemesine çok sevindiler. Çünkü hepsi yemek yiyordu. Aradan günler aylar geçti. Yeni müdür arkadaşlarla vedalaşıyor. Sürgün edilmiş. Nedeni:

“taşımalı öğrencilerin, yemeğini ve ekmeğini taşımasız öğrencilere vermesi ve bundan dolayı kanun ve kurallara uygun hareket etmediği gerekçesiyle…”

Hazır sofra kurulmuştu. Sizlere afiyet olsun. İşte ben o günden sonra, Yirmi yıldır öğle yemeği yemiyorum. Ben çocuklar doyana kadar da yemeyeceğim.”

Çocuk olmak güzeldi. Öğretmen olmak ise zordu. Hikayesi bittiğinde türkü söyleye söyleye köpek havlamaları arasında evine gidiyordu….

 

Şu Yazıya da Bakabilirsiniz

Keder'i kader yapan insanlar, ölüyor ve öldürüyordu...  

Ah Be Süslü! Sen Neler de Çektin Bu Hayattan.

Ah Be Süslü! Sen Neler de Çektin Bu Hayattan… Kendiliğinden biten ama yemiş vermeyen birkaç …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir